- 1
HOLIDAY INN İSTANBUL CITY

- Yıldız: *****
- Bölge: İstanbul - Topkapı
- Havaalanına uzaklık: Ataturk (IST), 10 Km / 20 Dakika
- Şehir merkezine uzaklık: İstanbul, 2 Km / 5 Dakika
- Denize mesafe: 0 Metre / 0 Dakika
- HIT: 37969
Sonuç bulunamadı.
Fırsatlar
Sonuç bulunamadı.
GALA
Sonuç bulunamadı.
STOP SALE
Sonuç bulunamadı.
STOP ÜLKE
Sonuç bulunamadı.
MICE
Gezilecek yerler

İmkanınız varsa Antalya’dayken müzesini gezmelisiniz. Müze 1922 yılında Süleyman Fikri Erten tarafından kurulmuştur. Başlangıçta Alaaddin Cami’sinde yer almış, sonra Yivli Minare’ye taşınmış 1972 yılında da şimdiki yerine taşınmıştır. 1988 yılında Avrupa Konseyi Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştır. 13 teşhir salonu, açıkhava galerileri ve bahçesi vardır. Koleksiyonun büyük çoğunluğu Antalya civarında yapılan kazılarda çıkarılmış etnoğrafik sanat çalışmalarından oluşmaktadır. Roma İmparatorluğu zamanından kalma heykeller bu koleksionun en önemli parçalarındandır. Amerika, Almanya, Fransa, Avusturya ve Türkiye bölgede aramalara devam etmekte; müze yetkilileri de bu çalışmaları koordine etmektedir. Antalya’nın ilk yerleşimcilerinden günümüze binlerce kronolojik bilgiyi teşhir salonlarında bulabilirsiniz.
- Fotoğraf ve video çekmek serbest ancak profesyonel çekimler için müze yetkililerinden izin almalısınız.
- Müzenin bir kütüphanesi var ancak kitapları dışarı çıkarmanıza izin vermiyorlar.
Antalya Müzesi: Konyaaltı Caddesi Antalya tel: (0242)-2414528
Yivli Minare ve Kesik Minare Cami

Yivli Minare (Alaaddin Cami-Merkez):
Antalya merkezde Kalekapısı’nda bulunmaktadır. 1230 yılında Bizans kilisesi olara inşa edilmiş daha sonra 1225 yıllarında camiye çevrilmiştir. 14. yüzyılda yıkılmış ve tekrar yapılmıştır. 38mt. minaresi ile Antalya’nın sembolüdür.
Kesik Minare Cami (Korkut Cami-Cami-i Kebir-Merkez):
Antalya şehir merkezinde Kaleiçi'ndedir. M.S 2. YY'da minaresiz bir Roma tapınağı olarak inşa edilmiştir. Yanına başka bir Bizans kilisesi 600lü yıllarda inşa edilmiştir. Daha sonra Selçuklar Antalya'yı ele geçirince camiye dönüştürülmüştür. Minaresi bu dönemde yapılmıştır. 1846 yılındaki büyük yangında çok hasar görmüş ve terkedilmiştir.

Aspendos, Argos’tan gelen kişiler tarafından kurulmuştur. Zamanında bu bölgenin en önemli şehridir. Günümüzde görülen kalıntılar Roma döneminden kalmıştır. Roman mimarisinin en iyi bir örneği olan tiyatrosu günümüzde hala aktiftir ve sanatsal aktiviteler için kullanılmaktadır. Mimar Zenon tarafından yaqpılmıştır ve 30000 kişi kapasitelidir. 1994 yılından beri Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali’ne ev sahipliği yapmaktadır. Tiyatronun yanında burada bulunan stadyum da şehrin en iyi korunmuş yapılarından biridir. Agora, Bazilika ve Nymphaeum bu civarda görmeye değer diğer yerlerdir. Antalya’nın 48 km doğusunda bulunan Aspendos’a gitmek için Antalya-Alanya yolunda Alanya istikametinde ilerlerken Serik’ten sonra sağa dönmek gerekmektedir.

Arykanda, Antalya’nın sevimli bir ilçesi olan Finike’dedir. Burada M.Ö 2000 yıllarında yaşam olduğu düşünülmektedir ancak bulunan en eski paralar M.Ö 500 yıllarını göstermektedir daha eski kalıntı bulunamamıştır. Buradaki yapılardan banyoyu, agorayı, tiyatroyu, odeonu, stadyumu ve nekropolisleri görmek gerekir. Finike-Elmalı yolunda Elmalı istikametinde ilerlerken 17. kmdedir.

Antalya”nın kuzey-doğusuna 92 km uzaklıkta bulunmaktadır. Milli Parkın önemli bir bölümünü oluşturan Köprüçay”ı Eğridir gölü”nün güneyindeki Toros Dağları”ndan doğar. 120 km uzunluğundaki vadisinde değişik güzellikler göstererek güneye doğru akar. Köprüçay denize ulaşmak için bu kesimdeki araziyi yüz binlerce yıl oymuş ve ortaya bir doğa harikası ortaya çıkmıştır. Bolasan köyü ile Beşkonak nahiyesi arasında Köprüçay”ın oluşturduğu vadi, 14 km uzunluğu ve ortalama 100 m (yer, yer 400 m) aşan yükseltileri ile yurdumuzun en uzun kanyonudur. Bu kanyon günümüzde de yöre ulaşımına önemli bir katkı sağlayan Olukköprü”de son bulmaktadır. Ancak son dönemlerde ağır tonajlı araçların antik köprü üzerinden geçmesi yasaklanmıştır. Kanyon içinde rafting sporu, yöreye çok sayıda turist çeker.
KORKUTELI ÇAYBAŞI HAMAMI (DEDE KORKUT DIYARI)
Çaybaşı Alaadin Mahallesi'nde bahçeler arasında bulunmaktadır. Yapıldığı zaman ait hiçbir yazıtı bulunmayan hamamın Genel karakteri, XVI nci veya XVII nci yüzyılda yapıldığını göstermektedir.
KORKUTELI SİNANEDDİN MEDRESESİ

Korkuteli Alaaddin Camii yakınıda bulunan medrese kitabesine göre Hamitoğullarından El Emin Sinaneddin Çalış tarafından 719 H. Tarihinde yaptırılmıştır.

Türkiye’nin güney sahilinde, Antalya’nın 90 km. güneybatısında Kemer ilçesi yakınlarında bulunan Olimpos, Likya Birliği’nin bir üyesiydi. Burada bulunan paralar M.Ö 2. yüzyıl tarihlidir.
Adrasan Körfezi’ndeki Olimpos Milli Parkı’na araba ile ulaşabilirsiniz. Bölgede birçok içilebilir su kaynağı bulunmasından dolayı değişik bitki ve ağaçlar yetişmektedir ancak bu bitkiler tarihi kalıntıları yıkmakta ya da saklamaktadır. Nehrin diğer tarafında Bizans bazilikası ve 3000 kişilik tiyatro bulunmaktadır ancak günümüzde sadece girişi görülebilmektedir.
Olimpos’a komşu kasaba Çıralı’da sürekli yanan ateşlerin bulunduğu Chimaera’yı gezebilirsiniz. Bu ateşin kaynağı yeryüzündeki çatlaklardan dışarı çıkan metan gazı gibi gazlardır.
Ziyaretiniz sırasında lahitler, mezar taşları, tapınaklar, kilise kalıntıları, tarihi bir su kemerinin bir kısmını ve kayalara oyulmus mezarlar görebilirsiniz. Olimpos; trekking, dağ bisikleti, kano, kaya tırmanışı gibi aktivitelerin için çok uygun bir ortamdır. Bu aktiviteler için gerekli malzemeleri kasabadan kiralayabilir ya da organize edilmiş turlara katılabilirsiniz.

Pergeye gitmek için Antalya-Alanya yolunun 15. kilometresindeki (Aksu istikametinde) sola dönüş tabelasını takip edin. Tarihi şehir anayoldan 2 km uzaklıktadır.
Perge, Pamfilya bölgesinin başkentidir ve M.Ö 12-13. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Lidya ve Pers egemenliklerinden sonra M.Ö 334 yılında Büyük İskender’in boyunduruğuna girmişlerdir. Şehrin en parıltılı dönemi M.S 2. ve 3. yüzyılda yaşadığı Roman dönemidir. Bugün görülen kalıntıların hepsi bu döneme aittir. Perge, bugün halen kazıları sürmekte olan bir arkeolojik bölge ve turist çekim merkezidir.
Girişten geçtikten sonra Bizans bazilikası görülür. Daha sonra Agora gelir ve solda hamamlar bulunur.Pamfilya şehirleri içerisinde en geniş ve güzel hamamlar Perge’dedir. Yürümeye devam edince birbirine paralel iki yüksek duvar görülür. Bunlar M.Ö 3. yüzyıl tarihlidir ve Perge’nin sembolleridirler. Helenistik döneme at kapıdan geçtikten sonra 300 metre uzunluğundaki kolonlu yol gelir. Bu yolda solunuzda 79X79 metrelik, Julius Cornutus tarafından İmparator Cladius’a adanmış palestra görülebilir. Hala iyi durumda olan bu palestra, düz bir platoda akropolisin kuzeyinde yer almaktadır.
Bölgeye yaklaşırken ilk göze çarpan şey tiyatrodur. Bu tiyatro 15000 kişiliktir, restore edilip ziyarete tekrar açılmıştır. Tiyatronun gerisinde büyük ve etkileyici bir stadyum vardır. Antik dönemden kalan en iyi korunmuş stadyumlardan biridir ve Aphrodisias şehrindekinden sonraki 2. büyük stadyumdur.

Phaselis, Antalya bölgesindeki antik Likya şehrinde bir şehirdir. Antalya-Kumluca yolunun 57.kmsinde, Kemer’in 16 km batısında; Bey Dağları ile Olimpos Milli Park’ı arasında bulunmaktadır.
Sedir ve çam ağaçlarının arkasında kolayca ziyaret edilebilen bu şehir M.Ö 693 yılında kurulmuştur. Tarihte önemli bir yere sahiptir. Şehrin 3 tane limanı vardı ve bir tanesi kuzeyde girişte duruyordu. Onun sağında diğer ikisinin anaconda adı “Savaş ya da Korunmuş” limanı vardır. Liman Caddesi'nin sonunda, bugün de tur yatlarının demirlediği “Güneş” limanı bulunmaktadır. Phaselis bölgedeki en eski yerleşimdir. Ticaret aktivitelerinden dolayı limanı hızla gelişmiştir. Likya Birliği’ne katılmış ve önemli şehirlerinden biri olmuştur. Bu birliğin zayıflamasıyla birlikte Phaselis de diğer liman şehirlerinin kaderini paylaşmıştır ve Roma İmparatorluğu bölgede egemen olana kadar korsanların eline düşmüştür. Bizans döneminde önemli bir din merkezi olmuştur ve M.S 3. yüzyıla kadar önemini korumuştur.
İzlerini bugün de görebildiğimiz şehri çevreleyen duvarlar, korsan ataklarından korunmak için şehrin etrafına yapılmıştır. Şehrin girişindeki su kemerleri Toroslardan şehre su taşımak için yapılmıştır. Şehrin en önemli caddesi olan Liman Caddesi, 24 metre genişliği ile hala ihtişamlıdır.
Hadrian kapısı bu sokağın ve limanın girişinin solundadır, ve denize bakan bir tepenin üstünde ufak bir amfitiyatro vardır. Tepenin en üst noktasında bir akropolis ve limanın yanında da bir agora vardır.

Birçok çam ağacı ve vahşi bitki ile çevrelenmiş bu alan dokunulmamış görüntüsüyle diğer antik şehirlerden daha etkileyicidir. Şehir, doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı kendi adını taşıyan bir milli park içerisine alınmıştır. Türkiye’deki antik şehirlerin en iyi korunmuş olanlarından biri olan Termessos, Güllük Dağı’nda 2 tepeye kurulmuştur. Deniz seviyesinden 1050 metre yüksekte geniş bir alana yayılmıştır.
Termessoslular bazı yazıtlarda kendilerinden Solimler ( Pamfilyalıların eski bir kolu) olarak söz ederler. Konuştukları dil Pisidia dilinin eşsiz bir lehçesiydi. Termessos tarihe ilk izini Büyük İskender tarafından kuşatılıp onu eli boş gönderince attı. Zamanının tarihçisi Arrian bu olayı araştırmıştır ve Termessos’un stratejik önemine dikkat çekmiştir. Ona göre küçük bir güç bile aşılmaz doğal bariyerler sayesinde burayı koruyabilirdi. Şehri ele geçiremeyeceğini anlayan İskender, saldırıya geçmedi ve kuzeye Sagalassos’a ilerledi.
Şehir, Helenistik ve Roma dönemlerinde refah içinde yaşamıştır ancak bunları izleyen Hristiyanlık dönemine ait pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Termessos Roma’nın dostuydu ve M.Ö 71 yılında bağımsızlık statüsüne kavuştu ve uzun süre böyle devam etti. Termessoun sonunu getiren ise şehre dağdan su getiren su kemerlerinin bir deprem yüzünden yıkılmasıdır. Bilinmeyen bir tarihte terkedilmiştir. Bugüne kadar bu kadar iyi şekilde kalabilmesinin sebebi de budur.
Termessos’un kalıntıları kalın bir maki ve ağaç örtüsü arasına yayılmıştır. Rehber olmadan önemli noktaları bulabilmeniz zor ancak parktaki genel planı biraz ezberleyerek yolunuzu bulabilirsiniz.

Karain Mağarası’na gitmek için Korkuteli yolunda sola ( Milli Park’ın TERSİNE) dönüp 11 kilometre daha ilerlemek gerekiyor. Döşemealtı Köyü’nde bulunan bu mağara tarih öncesi zamandan kalmadır. Deniz seviyesinden 370 metre yukarda ve ayrıca 80 metrelik bir yokuşun sonunda bulunan mağaranın birbirine bağlı 3 tane koridoru ve Akdeniz’e bakan Çam Dağı tarafından da dar bir girişi vardır. İlk bölümün yaşama alanı, ikincinin mezarlık ve daracık olan üçüncünün de sığınak olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Daha derinlere indikçe, ikinci ve üçüncü galerilerde dikit ve sarkıtlar görebilirsiniz. Karain Mağarası bir milyon yaşındadır. Yontma taş ve demir çağlarında da kullanılmıştır. Duvar yazıtları ve arkeolojik buluntular buranın Helenistik ve Roma dönemlerinde dini bir merkez olduğunu göstermektedir. Kazılar ve bilimsel çalışmalar hala devam etmekte, bulunan kalıntıların bazıları mağara girişinin yanındaki müzede sergilenmektedir.

Alanya Kalesi güney Türkiye’deki Alanya şehrinde bulunan ortaçağdan kalma bir kaledir. Kalenin Kızıl Kule’yi de kapsayan büyük bir kısmı 1. Alaaddin Keykubat’ın 1220 yılında burayı ele geçirmesinden sonra 13. yüzyılda Selçuklu egemenliği altında yapılmıştır. Günümüzde müze olarak kullanılan yapının denize bakan kısmından biletle giriş yapılmaktadır. Ancak iç kısımara bakan kısmı ücretsizdir.
Kızıl kule ve Tersane’yi geçince Alanya Kalesi’ne ulaşırsınız. Kaleye yürüyerek ulaşmak 45dk. sürüyor ancak sık geçen dolmuşlara da binebilirsiniz. Dolmuşa ya da taksiye binseniz bile dönüşte yolun bir kısmını yürümenizi tavsiye ediyoruz çünkü bu manzaranın tadını çıkarmalısınız. Bu yürüyüşte Arap Evliya’yı, camiye dönüştürülmüş bir 11. yüzyıl kilisesini, Süleymaniye Camii’ni ve şimdi otel

Antalya, Türkiye’nin lider turizm merkezi olmasının yanında dünyanın da en önemli turizm merkezlerinden biridir. Şehir turunuza, Hadriyan Kapısı, Hıdırlık Kulesi, Yivli Minare ve daracık sokakları, tarihi evleri ve limanıyla ünlü Kaleiçi’ni kapsayan tarihi şehir merkeziyle başlayın. Bütün bunlar 1 kilometre karelik bir alana yayılmıştır. Tavsiyemiz yürüyerek gezmeniz çünkü bu çevredeki birçok yola araba ile giremezsiniz.
Hadriyan Kapısı ya da şehirde kullanılan ismiyle Üçkapılar, M.S 130 yılında Antalya’yı ziyaret eden Roman imparatoru Hadrian adına yapılmış bir ervaktır. ^tane yay şeklinde geçişi vardır. Efsaneye göre, Sheba ülkesinin kraliçesi Belkıs Sultan, Kral Solomon’u ziyaret etmek için çıktığı yolculuğunda bu kapıların altından geçmiş ve Aspendos’ta bir sarayda gününü geçirmiştir. Ünlü gezgin Evliya Çelebi’ye göre, zamanında bu şehir 4,5 km uzunluğunda duvarlarla çevriliydi. Bütün liman bölgesini çevreleyen bu duvarlar Selçuklular döneminde sağlamlaştırılmıştır. Duvarların güneydoğu ucnda 14 metre yüksekliğiyle Hıdırlık Kulesi bulunmaktadır. Hadriyan Kapısı’ndan geçip yokuş aşağı denize doğru Hesapçı Sokak’ı takip ederek buraya ulaşabilirsiniz.
Kaleiçine girince dikkatinizi çekecek anıtlardan birisi Antalya’nın sembolü olan Yivli Minare’dir. Tuğladan yapılmış 37 metrelik bu minarenin üzerinde 8 tane yiv bulunmaktadır ve Selçuklu sultanı 1. Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır.
Kaleiçi’ndeki bir başka ilgi çekici anıt da Kesik Minare’dir. Yapıtın orijinali 5. yüzyılda Bakire Meryem için yapılmış bir kilisedir. Daha sonra 2. Beyazid’in oğlu Korkut tarafından camiye çevrilmiştir. Bu zamanda yapılan tahta minare 1986 yılında yanmıştır ve o zamandan beri Kesik Minare olarak anılmaktadır.
Bundan sonra Kaleiçi’nin dar sokaklarından limana doğru ilerleyebilirsiniz. Bölge günün her saati ziyaret edilebilir ama biz akşamüzeri gitmenizi tavsiye ediyoruz. Buradaki birçok tarihi ev restore edilmiştir ve bazıları otel, pansiyon, dükkan olarak işletilmektedir. Bu dükkanlarda turistlere yönelik hediyelik eşyalar bulabilirsiniz. Keleiçi’ndeki birçok otelin, kafenin ve barın portakal bahçeleriyle gölgelenmiş kapısından içeri doğru açılan bir bahçesi vardır. Soğuk bir şeyler içmek için çok idealdirler. Ayrıca burada bir çok mekandan bütün kaleiçini izleyebilirsiniz.
Antalya’nın bu eski limanı 1980lerde restorasyondan geçirilmiş ve bu restorasyon Avrupa Konseyi Altın Elma ödülünü kazanmıştır. Yat limanına bir çok yat göreceksiniz. Dolmuş usulü çalışan bu yatlarla denizden Antalya manzarasını ve şelaleleri izlemek için turlara katılabilirsiniz ya da kendinize özel bir tur ayarlayabilirsiniz.
Kaleiçi geceleri çok renklidir. Ara sokaklardan gelen müzik seslerine ayak uydurup içkinizi yudumlayabilir, restorantlarda canlı müzik dinleyebilir ya da clublarda sabahın ilk saatlerine kadar dans edip dünyanın her bir yanından yeni arkadaşlar edinebilirsiniz.
Şehre panoramik bir bakış atmak için Kepez’den şehir dışına doğru giderken Korkuteli Sapağına sapıp Düzlerçamı Ormanı’na doğru 3 km ilerleyiniz. Daha sonra Güveruçurumu 3. Bölge’ye devam edip, Türk turizminin incisi Antalya’yı seyredebilirsiniz.

Antalya’nın 24km. uzağında çam ormanları ve kalın bitki örtüsünün arasından gelen bir akıntının olduğu yerde, küçüklü büyüklü şelalelerin, göllerin ve yürüyüş yollarının olduğu bir milli park var. Burada, nilüferler, ördekler ve yüzen balıklar görebileceğiniz göller bulunmaktadır. Bundan sonra soğuk suların mağaralara akıp oradan da göz açıp kapayana kadar bir şelaleye nasıl karıştığını ve güneşten dolayı altın sarısına asıl dönüştüğünü gözlemleyebilirsiniz. Nehri takip edip tüm vadiyi dolaşan patikalarda koşabilir, dalları nehrin içine kadar sarkan ağaçlara tırmanabilir, köprüler geçebilirsiniz. Tüm bunların sonunda ödül olarak nehir kenarındaki restorantlarda ve kafelerde dinlenebilirsiniz. Kurşunlu Şelalesi’ne gitmek için Antalya-Alanya yolunda ilerlerken YENİ Isparta Yolu’na sapın. Daha sonra 7km boyunca tabelaları takip edin.
Antalya Kalekapısı - Hadrianus Gate

Hadriyan Kapısı ya da şehirde kullanılan ismiyle Üçkapılar, M.S 130 yılında Antalya’yı ziyaret eden Roman imparatoru Hadrian adına yapılmış bir ervaktır. 3 tane yay şeklinde geçişi vardır. Efsaneye göre, Sheba ülkesinin kraliçesi Belkıs Sultan, Kral Solomon’u ziyaret etmek için çıktığı yolculuğunda bu kapıların altından geçmiş ve Aspendos’ta bir sarayda gününü geçirmiştir.

SİDE MÜZESİ TARİHÇESİ
Manavgat İlçesi'ne bağlı Side Beldesi'ndedir. Manavgat'a 8 km. uzaklıktadır. Roma Devrine ait agoranın karşısında bulunan, M.S 5-6.yüzyıldan kalma antik agoranın hamamı 1960/61 yıllarında restore edilerek müze haline getirilmiştir.
Müzede sergilenen eserlerin büyük bir bölümü, Prof. Dr. Arif Müfid Mansel tarafından,1947–1967 yılları arasında Side antik kentinde yapılan kazılarda, çıkarılan buluntulardır. Hellenistik, Roma ve Bizans Devrinden; yazıtlar, silah kabartmaları, Roma Devrinden yapılmış Grek orijinallerinin kopyası olan heykeller, torsolar, lahitler, portreler, ostotekler, amphoralar, sunaklar, mezar stelleri, sütun başlıkları ve sütun kaideleri sergilenmektedir.
Hamam Binasında (Müze) Sergilenen Eserler
I No.lu Salon (Frigidarium) : Geç Hitit Devrine ait bazalt krater, Hellenistik Devre ait silah kabartmaları, Roma Devrine ait güneş saati, sunaklar sergilenmektedir.
II No.lu Salon (Sudatorium) : Roma Devrine ait torsolar sergilenmektedir.
III No.lu Salon (Caldarium): Helenistik Devre ait yazıtlar, Roma Devrine ait amphoralar, Herakles, üç güzeller, Nike heykelleri ile kabartmalar yer almaktadır.
IV No.lu Salon (Tepidarium) : Roma Devrine ait lahitler, Hermes, Hygieia, Athena, Nike, Apollon heykelleri, torsolar ve portreler sergilenmektedir.
Sergilenen Eserler
Hellenistik ve Roma devrine ait ostothekler, lahitler, sütunlar, sütun kaideleri, sütun başlıkları, kabartmalar, yazıtlar, steller ve muhtelif mimarı parçalar sergilenmektedir.

Alaçatı, 150 yıldan uzun süredir mimarisi, üzüm bağları ve yel değirmenleriyle ünlü, İzmir iline bağlı kendine has bir Ege kasabasıdır. Kristal berraklığında suları, sürekli esen rüzgarları ve Türk misafirperverliği ile adını, rüzgar sörfü ve kiteboard dünyasına tanıtmıştır.
Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi

Türkiye’nin güneybatısındaki Bodrum’da bulunan Bodrum Kalesi 1402 yılında St. Peter’s Kalesi olarak Malta Şovalyeleri tarafından yaptırılmıştır. İçerisindeki küçük kilise 1519-1529 yıllarında İspanyol Şovalyeleri tarafından tekrar inşa edilmiştir. İsimleri cephenin temellerinde bulunabilir.
Birliğin her bir boyunun kendi tarzlarında kendilerine ait bir kulesi vardı. Bunlardan en uzunu Fransız kulesiydi. Her boy, bir Bailli’nin şefliğinde, kendi kulesinin belli bir kısmının bakımından ve savunmasından; ayrıca yeterli sayıda şovalye ve askerle doldurulmasından sorumluydu. St. Peter’s Kalesi bir yüzyıldan uzun bir süre birliğin ikinci önemli kalesi ve Anadolu’daki hristiyanların sığınağı olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman, birliğin Rodos’daki karargahına Temmuz 1522’de 200.000 askerle Marmaris Körfezi’nden saldırmıştır ve Rodos Kalesi’ni Aralık 1522’de ele geçirmiştir. Teslim olma şartları dahilinde Kos ve Bodrum kalelerini Osmanlı’ya bırakmışlardır.
Teslimden sonra kilise camiye çevrilmiş ve bir minare eklenmiştir. 1671 yılında Bodrumu ziyaret eden gezgin Evliya Çelebi’ye göre bu camiye Süleymaniye Camii denmektedir. 26 Mayıs 1915 tarihinde 1. Dünya Savaşı sırasında bir Fransiz savaş gemisinden atılan top yüzünden yıkılan minare 1997 yılında orijinal haline restore edilmiştir.
1962 yılında Türkiye Cumhuriyeti burayı Ege denizinde bulunan birçok tarihi sualtı buluntusunun korunabileceği bir müzeye çevirme kararı aldı. Bugün burası; amforaları, geçmişe ait cam eşyaları, bronz, toprak ve demirden eşyalarıyla çok geniş bir koleksiyona sahiptir. Sualtı arkeoloji müzelerinin en büyüğüdür.
Kalenin içerisindeki bahçede Akdeniz bölgesinin hemen hemen her bitki ve ağacından bulunmaktadır. Bunlardan bazıları mitolojik özelliğe sahiptir. Örneğin “Mersin” bitkisi Afrodit’e adanmıştır.

Milet, bugün Aydın ilimizin bulunduğu yerde Büyük Menderes Nehri’nin ağzında varolmuş tarihi bir şehirdir. Buraya ilk ne zaman yerleşildiği bilinmemektedir çünkü yükselen su seviyesi ve Menderes Nehri’nden geşen tortular nedeniyle bu kanıtlar ulaşılamaz hale gelmiştir.
Bilinen ilk kanıtlar Neolitik çağa aittir. Milet, Söke’nin güneyindedir. Kalıntılar Akköy’ün 5km. kuzeyinde, Balat Kasabasının yanındadır. Milet’in kayıtlı tarihi, Hitit İmparatorluğu’nun Bronz çağın sonlarından kalma kayıtlarında başlar. Milet şehri Anadolu’daki 12 İyon şehrinden biri olmuştu. Bronz çağın başları ve ortalarına ait arkeolojik bulgular, Milet’in sosyal yaşantısının Anadolu tarafından değil de Ege’de başka bir yerden etkilendiğini göstermektedir.
Milet, önemli bir filozofi ve bilim merkeziydi. Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes burada yetişmişlerdir.
Selçuk Türkleri M.S 12. yüzyılda buraya yerleşmiş ve burayı Venedik’le ticaret yapmak için bir liman olarak kullanmışlardır. Son olarak, Osmanlılar tarafınan liman olarak kullanılmıştır. Liman çamurla doldukça şehir terkedilmiştir. Şehrin bugün görülebilen kalıntılara denizden 10km. içerdedir.
Kalıntıların çoğu Aydın iline bağlı Didim ilçesindeki Milet Müzesi’nde sergilenmektedir.

Antik şehir Apollo tapınağının bulunduğu Didyma’ya ev sahipliği yapan Didim; Aydın’dan 123km. uzaklıkta, Türkiye’nin batı kıyısında bulunan popüler bir tatil mekanıdır. Didyma, Neolitik çağda kurulmuş, Mycenae ve Crete ile M.Ö 16. yüzyılda kolonileşip gelişmiş ve nihayetinde 1413 yılında 1. Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na dahil edilmiştir.
Didim bugün, kumlu uzun sahilleri, mavi temiz denizi, tarihi kalıntıları, sürekli güneşten yararlanan ve ılık kışlara olanak sağlayan kendine has mikro iklimi ile Ocak ayında bile denize girilebilen bir tatil beldesi olmuştur. En çekici körfezleri, Akbük kıyısı civarındaki Haydar Körfezi gibi küçük ve sessiz olanlarıdır. Ziyarete gelenler geceleri deniz kenarında diğer şehirleri izleyebilecekleri yerler aramaktadır ama siz daha sesli eğlenceler arayan kişilerdenseniz, Didim’de discolar, genelde türkü bar tarzında küçük bar ve kulüpler bulabilirsiniz.
Didim’in bir de duygusal bir yanı vardır: İyon tapınağının gökyüzüne bakan sütunları ve Apollo ile Daphne arasındaki romantizmin efsanesi. Orijinal tapınak bir kahinin eviydi ancak Fars savaşlarında yıkıldı ve şimdi gördüğümüz haline Büyük İskender’in Farslılar’I yenmesinden sonra kavuştu. Yakındaki Milet’te de hala iyi durumda olan antik bir tiyatro, Faustina banyoları, Serapis tapınağı ve daha niceleri bulunmaktadır.

Seyhan Nehri üzerindedir. IV. (385) yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılmıştır. Yüzyıllarca Avrupa ile Asya arasında önemli bir köprü olmuştur. Harun Reşit (766-809) bazı eklerle Adana Kalesi’ne birleştirmiştir. IX. yüzyıl başında Harun Reşit’in oğlu olan 7. Abbasi Halifesi Memun (786-833) tarafından onartılmıştır. III. Ahmet (1713), Kel Hasan Paşa (1847), Adana valisi Ziya Paşa (1789) tarafından da değişik zamanlarda tamirat görmüştür.
Bu üç onarımın yazıtları mevcuttur. Son onarım 1949 yılında yapılmıştır. 319 m. uzunluğunda ve 13 m. yüksekliğindedir. 21 kemerinden 14'ü ayaktadır. Ortadaki büyük kemerde iki aslan kabartması görülmektedir. Dünya'nın halen kullanılan en eski köprüsü olarak bilinmektedir.

Ramazanoğlu Beyliği döneminde Halil Bey tarafından 1507 yılında yaptırılmıştır. 1541 yılında bir bina ilavesiyle genişletilmiştir. Halil Bey'in türbesi burada bulunmaktadır.
Ulu Camii, kesme taştan yapılmıştır. Üzerinde bir sıra sülüs hatlı kitabenin yer aldığı anıtsal portal, mukarnaslı ve istiridye nişlidir. Portale bitişik olarak yapılan sekiz köşeli minaresi, dönemin ilginç bir mimari örneğidir.

Müze 1924 yılında kurulmuştur, Çukurova'nın yanısıra Kahramanmaraş, Gaziantep, Mersin Yumuktepe, Tarsus Gözlükule ve Misis kazısı buluntularını da bünyesinde topladığından aynı zamanda bölge müzesi konumundadır. Müzede bulunan birçok önemli eser içinde en dikkati çeken M.O. 7. yy. ait Hitit tanrısı Tarhunda'nın araba üzerindeki heykelidir. Ayrıca müze sikkeleri ile de ünlüdür.

Adana'nın Kuruköprü semtinde olan müzede, Çukurova'da yaşayan Türkmen aşiretlerine ait etnografik eserler ile islami taş eserler bulunmaktadır. Müzenin bulunduğu bina kilise olarak yapılmış, Fransız işgali sırasında Fransız Askeri Hastahanesi olarak kullanılmış, daha sonra da bölge müzesi olarak hizmet vermiştir. Bölge müzesinin şimdiki binasına taşınmasıyla, Etnoğrafya Müzesi olarak hizmete devam etmektedir.

Saklıkent Kanyonu 20 km uzunluğu ile Türkiye’deki en uzun kanyondur, Avrupa’daki 2. en uzun kanyondur ve fethiye Bölgesindedir. Kanyon çok dik ve dar olduğundan güneş suyla hiç kavuşamaz, bunun sonucunda da yaz aylarında bile su soğuktur. Kanyonu gezmek için en uygun zaman suyun tatlı bir soğuklukta, duvarların da görünür olduğu yaz aylarıdır. Kanyonda toplam olarak 15 tane mağara vardır. Bunların geçmişte barınak olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Kanyonda yürürken bazen 2 metre derinliği bulan sulardan geçmek gerekmektedir. Ayrıca ufak şelalerin altında duş alma şansınız bulunmaktadır. Kanyonun sonuna ulaşmak doğal sebeplerden dolayı imkansızdır. Ancak, profesyonel teknik ekipler güvenlik halatlarıyla bunu başarabilmişlerdir.

Saklıkent Antalya şehir merkezinden 1 saat uzaktaki Bakırlı Dağı eteklerinde 2547 m. yükseklikte bulunmaktadır. Şehrin en yüksek noktasıdır. Kış ve dağ sporlarına uygunluğuyla Kayak sezonu Türkiye’deki diğer kayak merkezleriye aynıdır. Sezon Aralık sonunda başlar ve Nisan ortasına kadar devam eder.

Efes, günümüzde İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı tarihi bir Yunan kentiydi. Klasik Yunan döneminde, oniki İyon Birliği şehrinden biriydi.
Kent, dünyanın 7 harikasından biri olan M.Ö 550 yılında tamamlanan Artemis Tapınağı ile ünlenmiştir. Tapınak M.Ö 401 yılında St. John Chrysostom liderliğindeki bir çete tarafından yıkılmıştır. İmparator 1. Constantine şehrin büyük bölümünü yeniden yaptırmış ve yeni umumi tuvaletler diktirmiştir. Kent 614 yılında bir depremle kısmen yeniden yokolmuştur. Şehrin ticari merkez olarak önemi, limanının Küçük Menderes Nehri’nin alüvyonlarıyla dolmasından dolayı bitmiştir.
Efes, Yeni Ahit’İn son kitabında bahsedilen Asya’daki yedi kiliseden biridir. Yuhanna İncili burada yazılmış olabilir.

Şirince, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı ve Selçuk'a 8 km. mesafede tarihi mimarisi korunmayı başarılmış turistik bir köydür.
Özgün adı olan Kırkınca'nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet Çirkince gibi biçimler alan bu ad, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince şeklinde resmileştirilmiştir.
19. yüzyılda, özellikle ihracata yönelik incir üretimiyle ünlü, 1800 haneli bir Rum kasabasıydı. 1923'te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılmasıyla (çoğu Katerini'nin Nea Efesos köyüne yerleşmiştir), Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadillerle iskân edilmiştir. Köyün evvelce bağcılık, şarap üretimi ve zeytinciliğiğe dayalı olan ekonomisi, bir tütün bölgesinden gelen yeni sakinlerinin elinde bir süre sekteye uğramış, ancak son yıllarda artan turistik önemine paralel olarak, bu sektörler yeniden gelişmeye başlamıştır. Bağcılık ve zeytinciliğin yanısıra, şeftali, incir, elma, ceviz yetiştirilir. 1950'li yıllarda 2000-3000 civarında iken sonradan 700'e kadar düşen köy nüfusu, 1990'lı yıllardan itibaren turizmin gelişmesiyle birlikte tekrar yükseliş eğilimi içine girmiştir. Köyde halen bazı Rum evleri pansiyon olarak hizmet vermektedir.
Şirince'de imal edilen ve pazarlanan değişik şarap türleri Türkiye çapında ün kazanmıştır.
Köy içinde harap durumda olan iki Rum kilisesi bulunmaktadır.

Dikili Türkiye’nin Ege bölgesinde İzmir şehrine ait bir sahil kasabasıdır. Bölge hem kıyısıyla hem de iç kısımlarıyla bir tablo gibidir ve popüler bir tatil beldesidir. İzmir merkeze 120 km. Mesafededir ve yolu gayet düzgündür. Çandarlı (eski adı Pitane) Dikili’ye yakın bir mesafede bulunmaktadır.
Bölgede bir çok doğal güzellik ve tarihi alan bulunmaktadır. Merdivenli Köyü’nde bir krater gölü, Demirtaş’ta tarihi mağaralar, Delitaş’ta ise Madra Çayı’na doğru uzanan çam ormanları bulunmaktadır. Bölge ayrıca Nebiler, Bademli ve Kocaoba köylerindeki termal kaynakları ile de ünlüdür. Bademli ve Denizköy’deki plajlar da bolca turist çekmektedir. Dikili’de 3 tane yolcu gemisini aynı anda barındıracak bir liman ve bu limanı merkeze bağlayan yollar bulunmaktadır. Görülmesi gereken bir başka yer de 1789 yılında yapılan ve tahta mimarinin nadir örneklerinden olan Merkez Camii’dir. Bu yapının özelliği yapımında hiç çivi kullanılmamış olmasıdır.
Dikili bölgesindeki Garip Adası (tarihi adı Argounissai) 2007 yılında satışa çıkarılmış ve manşet olmuştur.

İlk çağda “Eurymedon” demişler adına. Şimdi Köprüçay olarak biliniyor. İrili ufaklı göllerin kızgın güneş altında mavi gözlerini kırpıştırdığı bir yörede, Göller Bölgesi'nde doğuyor. Başlangıç kollarını Eğirdir Gölü'nün güneydoğusundaki Sarıidris Dağı’ndan çıkan dereler oluşturuyor. Akdeniz'in milyonlarca yıl önce yığdığı yumuşak marnları (karbonat ile kilin karışımı) oyarak kendi oluşturduğu kanyonlardan akıyor ve Torosları geçiyor. Köprülü Kanyon, 183 kilometre uzunluğundaki Köprüçay’ın Akdeniz'e dökülmeden önce yarattığı yedi kanyondan biri. Dimdik inen kayaların çevrelediği, 14 kilometre uzunluğundaki bu kanyon vadinin derinliği yüz metreden çok, hatta bazı yerlerde birkaç yüz metreye ulaşıyor... 27 metre yüksekte, tek kemerli bir antik köprü mevcut.

Taşocağı işletmesi için yeni açılan bir galeri ile tesadüfen bulunan Zeytintaşı Mağarası, küçük fakat bozulmamış zengin damlataşları ile kaplı ilginç bir mağaradır. Mağara girişinin hemen kapatılarak koruma altına alınması içindeki damlataşların tahrip olmasını önlemiştir. Antalya'nın Serik ilçe merkezine 16 km uzaklıkta olan Zeytintaşı Mağarasının içi, görünümleri son derece güzel her türden Damlataş oluşumları ile kaplıdır. Uzmanların yaptığı araştırmalara göre bu mağaradaki sarkıt yapısı başka hiçbir mağarada bulunmuyor. Özellikle mağaranın her kesiminde gelişen ve boyları yer yer 0,5 m'yi bulan makarna sarkıtlar Zeytintaşı Mağarasının karakteristik şeklidir. Gelişimleri hala devam eden bu yavru sarkıtlara, ülkemizde her mağarada rastlamak mümkün değildir. Ayrıca büyük sütunlar arasında yer alan gölcükler mağaranın görünümünü daha da ilginç şekle dönüştürmektedir. Bulunduğu doğal çevrenin vahşi güzelliği, ulaşımının kolay oluşu, Antalya-Alanya karayolu ve Aspendos'a yakınlığı, mağaranın turizm değerini daha da arttırmıştır.

Antalya-Alanya karayolunun 29. km'sinden kuzeye dönen yolun 5. km' sinde yer alan önemli bir Pamphylia şehridir. Perge ve Aspendos antik kentleri arasında, her iki kentten de görülebilen bir tepe düzlüğü (akropolis) üzerinde kurulmuştur. Kentin kuruluşu Truva Savaşını izleyen göçler zamanına bağlanır. Diğer Pamfilya kentlerinde olduğu gibi Mopsos ve Kalchas kentin efsanevi kurucuları olarak kabul edilir. M.Ö 333 yılında kent, Makedonyalı Büyük İskender tarafından işgal edilmiş ve buraya bir garnizon kurulmuştur. Silyon Persler Dönemi'nde askeri bir savunma kalesi olarak kullanılmıştır. Bölgedeki en iyi korunmuş Helenistik Mimari örnekler burada görülebilir.

İnsanlık tarihinin en büyük miraslarından biri olan Diyarbakır kalesi surları , hiç kuşkusuz görülmeye değer yerlerin başında gelir. Yapısı, sağlamlığı, taşıdığı yazıtlar, kabartmalar ve şekillerle dikkati çeken 12 değişik dönem yazıtlarını okumak mümkündür. Ünlü sanat tarihçisi A.Gabriel Diyarbakır surları için "Tek başına bir yazıtlar müzesi sayılabilir" diyor. Kalenin ilk yapılışı bilinmemekte, ancak M.S.349 yılında Roma İmparatoru Konstantin tarafından genişletilerek bazı kısımların onarıldığı bilinmektedir. Önemli Burçların hemen hepsi Türk-İslam yazıtlarıyla doludur. Kalede 4 kapı bulunmakta ve bunlar 4 ana yöne açılmaktadır. Zamanla şehrin gelişmesiyle yeni kapılar açılmıştır. Surlar 5 Km. uzunluğunda, duvar yüksekliği 12 m.dir. Genişliği 3-3.5 metre arasında değişen surların 82 burcu vardı.

Mardin kapısının doğusunda yontulmuş olan kaya kitlesinin üstüne inşa edilen Keçi burcu; surların üzerinde bulunan burçların en büyüğü ve en eskisidir. İnşa tarihi bilinmemekle birlikte 1223 yılında Mervan oğulları tarafından onarıldığı anlaşılmaktadır. Bu görkemli burç içinde 11 tane kemer bulunmaktadır. Eskiden tapınak olarak kullanıldığı sanılan burcun son bölümünde bir kuyu ve yer altı geçidini andıran dehliz bulunmuşsa da üzeri bir beton blokla kapatılmıştır.

3. Yüzyıldan kalmadır. Zamanla birçok onarım görmüş olup, Bizans devrinden kalma Mihrabı, Roma biçimi kapısı ilginçtir. Kilisede bazı Azizlerin türbesi bulunmaktadır. Diyarbakır'ın en güzel Süryani Kadim Yakubi Mezhebi Kilisesidir.

3. yüzyıla tarihlenen kilise 13. YY’da Artuklular döneminde hamam olarak kullanılmış olup, günümüzde sanat galerisi olarak işlevlendirilmiştir

Sağlam kara taştan yapılmıştır. Yalnız Anadolu' nun değil bütün İslam dünyasının da en eski camilerindendir. M.S.639 yılında islam orduları Diyarbakır'ı feth edince Mar-toma Kilisesinin camiye çevrilmesiyle kurulmuştur. Bir ara yanan Camii, Selçuklu ve Artukoğulları zamanlarında yapılan çeşitli onarma ve eklemelerle bu günkü şeklini almıştır. Duvarlarında bir çok uygarlığın kitabesi bulunmaktadır.

Melik Ahmet Paşa tarafından 16. Yüzyılda yaptırılmıştır. Tümü çiniden yapılmış mihrabı çok ilgi çekicidir. Minaresine yarıya kadar birbirini görmeyen iki merdivenle çıkılır, yarıda bu iki merdiven birleşir. Kaidesinin süslemeciliği oldukça inceliklidir. Çini mozaiklerle süslü kabartmalar ince ve ustalıklı bir beğeni örneğidir.

Ergani İlçesindeki Hilar (Sesveren Pınar) Köyünde bulunan mağaralarda antik çağdan kalma kaya mezarlar ve kabartmalar bulunmaktadır. Köy yakınında yapılan kazılar sonunda , burasının ilk yerleşme yerlerinden biri olduğu ortaya çıkmıştır.
Eğil İlçesi'nde Dicle ırmağının sarp yamaçları üzerindeki kayalar oyularak meydana getirilen kale, Dicle ırmağına değişik yönlerde giden gizli yollar ve geçitlerle doludur. Ayrıca Dicle kıyısında Asur Hükümdarına ait birçok mezar ve erham vardır.

Silvan-Malabadi karayolunun 7. km'sinde bulunmaktadır. Ortaçağ dönemlerinden kalma yüzlerce mağaranın yanında birde kilise bulunmaktadır. Kayaların odalar şeklinde oyulması ile yapılmışlardır. Birbirine koridorla bağlı odalarda oluşan ve Ortaçağ döneminden kalma yüzlerce mağara dar bir alanda toplanmıştır.

Diyarbakır-Bingöl yolunun 104 km.sinde ve doğu kesimindeki kayalık tepelerde yer almaktadır. Karayoluna yaklaşık 950-1000 m. Mesafelerdeki iki mağaranın girişlerinde Asur Kralları 1 Tiglatpleser (M.Ö. 1116-1090) ile lll.Salmanasar (M.O. 859-825)'a ait çivi yazılı kitabe steller mevcuttur.

Diyarbakır, M.Ö. ve M.S. bir çok inanç ve kültür ve diller merkezi olmuştur. Diyarbakır, Mar Petyün Kilisesinin kesin kuruluş tarihi bilinmemekte olup büyük ihtimalle 4, asrın sonlarında veya 5. asır da inşa edilmiştir. Tarih içerisinde birkaç seferinde yıkılmış ve yeniden inşa edilmiş, en sonda 17.asırda inşa edilen Diyarbakır Mar Petyün Ketdani Kilisesi uzun bir zamanda Patriklik merkezi olmuştur.
Günümüzde bu tarihi kilise halka açık olup her çeşit inanca sahip insanlar tarafından ziyaret edilmeye devam edilmektedir

Sümela Manastırı, Türkiye’nin Trabzon iline bağlı Maçka’da Altındere vadisine bakan dik bir yamaçta bulunur. 1200 metre yükseklikte, Altındere Milli Parkı içerisinde bir turist çekim merkezidir.
Tapınak, 386 yılında, Barnabas and Sophronius adında, Atinalı iki papaz tarafından kurulmuştur. Efsaneye göre bu dağda bir mağarada Meryem Ana’ya ait bir ikon bulmuşlardır ve burda kalıp bir manastır kurmaya karar vermişlerdir.
Uzun tarihinde birçok kez harabeye dönmüş ancak başarılı imparatorlar tarafından restore edilmiştir. M.S 6. yüzyılda, Justinian’ın emriyle General Belisaris tarafından restore edilmiştir.
Şimdiki haline 13. yüzyılda 3. Alexios zamanında tekrar önem kazandığında gelmiştir.
Sultan 2. Mehmet tarafından 1461 yılında ele geçirilince, sultanın emriyle koruma altına alındı ve bazı imtiyazlar sağlandı. Keşişler ve gezginler yıllar boyunca burayı ziyaret ettiler ve manastır 19. yüzyıla kadar çok popüler kaldı.
1916-1918 yılları arasında Trabzon işgalinde Ruslar’ın eline geçmiş ve 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan nüfus değişiminde de tamamen terkedilmiştir.
Bugün sadece turistik amaçlı kullanılmaktadır. Kültürel ve dini özelliklerinin yanısıra orman ve dere manzaralarıyla da çok popüler bir yer olmuştur. Türk Hükümeti, bu bölgeyi korumak için gerekli restorasyon çalışmalarını yapmaktadır.
Yapım ve Binalar
Manastırın en önemli elementleri arasında kaya kiliseyi, birkaç küçük kiliseyi, mutfakları, öğrenci odalarını, misafir odasını, kütüphaneyi ve Ortodoks Yunanlılar tarafından kutsanmış su kaynaklarını sayabiliriz. Bütün hepsi çok geniş bir alana yayılmıştır.
Girişteki geniş su kemerleri, manastıra su sağlamak amacıyla yamacın yanına yapılmıştır. Su kemerinde bir çok kemer bulunmaktadır ve bir çoğu günümüzde restore edilmiştir.
Türk sanatının etkilerini, avluyu çevreleyen odalardaki raflarda, bölmelerde ve şöminelerde görebilirsiniz.
Kaya Kilise’nin iç ve dış duvarlarıyla bitişik kilisenin duvarları fresklerle süslenmiştir. Kaya Kilise’nin avluya bakan iç duvarlarında, 3. Alexios zamanının freskleri bulunmaktadır. Sümela Manastırı’ndaki freskler ağır zarar görmüştür ve orijinal yerlerinden oynatılmışlardır. Fresklerin ana konusu Hz. İsa ile Meryem Ana’yı anlatan İncil hikayeleridir.

Uzungöl, Türkiye’de Trabzon ilinin güneyinde bulunan bir göldür. Aynı zamanda yanındaki köye de adını vermiştir. Son yıllarda çok fazla turist çekmeye başlamıştır. Bu göl yamaçlardan düşen kayaların, Haldizen deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuştur.
Bölge daha çok doğal güzellikleriye ünlenmiştir. Yüksek dağların arasındaki bir vadide bulunduğu için ilk bakışta ulaşılmaz gibi görünmektedir. Dağlardaki ormanların yeşilliğini ve gece gölü kaplayan sisi de manzaraya dahil edebilirsiniz.
Son zamanlarda patlayan turist furyasıyla birlikte bölgeye oteller, restorantlar, dükkanlar açılmıştır. Ulaşım imkanları da iyileştirilmiştir. Ancak bu gelişme çok iyi planlanmıştır ve ne göle ne de yanındaki köye bir zarar vermektedir.

Safranbolu, Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde Karabük iline bağlı bir ilçedir. Ankara’nın 200 km. kuzeyinde bulunmaktadır. Eski Şehir’deki 1008 kayıtlı tarihi eser koruma altındadır. Bunlar : 1 özel müze, 25 cami, 5 mezar, 8 tarihi çeşme, 5 türk hamamı, 3 kervansaray, 1 tarihi saat kulesi, 1 güneş saati ve yüzlerce ev. Ayrıca; tarihi yerleşim birimi höyükleri, kaya mezarlar ve tarihi köprüler de vardır. Şehrin ismi, zamanında safranın en büyük ticaret merkezi ve üretim yeri olmasından gelmektedir. Safranbolu, iyi korunmuş Osmanlı devri evleri ve mimarisi nedeniyle 1994 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine alınmıştır.

Zigana Dağı’nda 2034 m. yükseklikteki geçitte bulunan Zigana Yaylası, Trabzon transit yolu üzerindedir. 800m.`lik kayak pisti, oteli ve restoranı ile turistik bir yayladır.

Ayder yaylası, Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin 19 km güneydoğusunda 1350 m rakımda ladin ve kayın ormanlarıyla kaplı bir yayladır.
Kaçkar Dağı'na çıkmaya gelen dağcıların ilk durak yeridir. Turizm bölgesi olarak ilan edilmesinden sonra oldukça gelişme göstermiştir. 50 derece sıcaklıktaki kaplıcası, buranın gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Kaplıca romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına iyi gelmektedir. Fırtına Vadisini oluşturan ırmağın bir kolu da Ayder yaylasından ve Ayder Yaylasına bağlı küçük yaylalardan geçmektedir. Fırtına vadisinde `rafting` popülerlik kazanmış durumdadır.

Zilkale, Rize’nin Çamlıhemşin bölgesinde, Fırtına Vadisi’nde bulunan bir orta çağ kalesidir ve bu bölgedeki en önemli tarihi yapıttır. Kale yaklaşık olarak 750m. yüksekliğe yapılmıştır ve ortalama 100. altındaki Fırtına Vadisi ‘ne bakan bir yamacın ucunda bulunmaktadır. Kale; iç duvarlar, dış duvarlar, ara duvarlardan oluşur. Ayrıca garnizon komutanlığı, olası bir kilise ve bir de ana kule bulunmaktadır. Kalenin 14-15. yüzyıl civarında yapıldığı sanılmaktadır.


Anzer yaylası, Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde, bazı noktalarda yüksekliği 3000m’yi bulan bir yayladır. Tedavi edici özelliğiyle ünlü `Anzer balı` burada üretilmektedir.

İnsuyu mağarası, Burdur-Antalya yolunun 13. kilometresinin 900m. doğusundaki Mandıra köyünde bulunur. 597m. toplam uzunluğa sahip olan mağara, yatay ve kurudur. Yakınındaki şehirlere ulaşım imkanı bulunduğundan dolayı, turizme açılan ilk mağaralardan biridir.
Kireç taşının tortulaşmasından oluşan sarkıt ve dikitlerin şeklinden yola çıkılarak, mağaranın binlerce yıl önce şekillendiğini söyleyebiliriz. Mağaranın içinceki değişik galerilerde, değişik istikametlere yönelen 9 tane göl vardır.
Mağara içince serin ve temiz bir hava sirkülasyonu vardır. Mağaradaki suların diabet ve mide rahatsızlıklarına iyi geldiği düşünülmektedir. Ayrıca mağara yakınında konaklama imkanı mevcuttur.

Antik bir "Tasolyma" olarak belirlenen Tahtalıdağ Antalya Körfezi'nin kuzey-güney paralelinde uzanan ve aynı adla anılan "Tahtalıdağlar" Silsilesinin en büyük üyesi. Deniz düzeyinden birdenbire yükselerek 2366 metreye ulaştığı için hemen her yönden görkemli biçimde seyrediliyor. Yörede denize bu kadar yakın olup 2300 metreyi geçen başka dağ yok.
Avrupa`nın en uzun, dünyanın ikinci en uzun teleferiği, Akdeniz’i ve 2365 metre yüksekliğindeki Tahtalı Dağı’ nın zirvesini birleştiriyor. Zirvesi karla kaplı bu heybetli dağ hızla büyüyen ve turizmin gözdesi olan Kemer, Antalya bölgesinde yer almaktadır. Yeni tamamlanan Tahtalı teleferik projesi tam anlamıyla bir mühendislik harikası olarak tanımlanabilir. Teleferik 4350 m uzunluğunda ve 80 kişilik kabinlerde yaklaşık 10 dakika içerisinde 1639m yükseklik kat etmektedir. Bu sayede denize girmenin yanı sıra aynı zamanda 4 ay boyunca kış sporlarını da yapma keyfine varmak mümkün olmaktadır.

1948 yılında Alanya Limanı’nı inşa edilirken yapılan patlatma çalışmaları sırasında mühendisler tarafından bulunmuş ve günümüzde şehrin cazibe merkezi olmuştur. Mağarada hava sıcaklığı 22-23 (c) derecede sabittir ve nem oranı da’dan yüksektir. Ayrıca birkaç bin yaşında dikitler ve sarkıtlar vardır. Mağaradaki havanın solunum yolu rahatsızlığı olanları, özellikle astımlıları iyileştirdiği düşünülmektedir. Doktorlar hastalarına mağara ziyareti reçete ettiği için sabahın ilk saatleri hastalara ayrılmıştır.

Dim Nehri, Konya’nın yüksek kesimlerinden 200 km boyunca güneye doğru süzülür ve Alanya’nın doğusunda Akdeniz ile buluşur. Nehrin denizle buluştuğu yerden ortalama 5km. mesafede büyük bir baraj inşa edilmektedir. Baraj, Alanya’ya içme suyu sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda şehrin elektrik problemine de son verecektir.
Nehrin etrafında, neredeyse nehrin içine kurulmuş birçok restoran bulunmaktadır. Yaz mevsiminde, su seviyesi düşükken, masalar suyun içine yerleştirilir böylece yemeğinizi yerken serin suya ayağınızı daldırıp serinleyebilirsiniz. Dim Nehri’ndeki bütün restoranlar alabalık yetiştirirler böylece taze alabalık servis edebilirler.

Alanyanın 12 kilometre doğusunda, 1.649 metre yüksekliğindeki Cebel-i Reis dağının yamacındadır. Mağaranın denizden yüksekliği 232 metredir. 1998 yılında ziyarete açılmıştır, Türkiyenin ziyarete açılan ikinci büyük mağarasıdır. 1 milyon yıl yaşında olduğu tahmin edilmektedir. İki ayrı koldan dağın içinde ilerleyen mağaranın kollarından biri 50 diğeri 360 metredir. Sarkıt ve dikitlerden oluşan mağaranın dip kısmında küçük bir göl vardır. Merdivenlerle inilip çıkılan mağaranın içindeki ortam fantastik film dekorlarını andırmaktadır. Mağara gezisinden sonra yamaçtan yürüyerek aşağıdaki Dim Çayı vadisine gidilebilir. Aynı şekilde Dim Çayı kenarındaki piknik yerlerinden de mağaraya tırmanma yürüyüşü yapılabilir.

Leto’nun tapınağı Letoon ( latince:Letoum ), Xanthos’un yakınındadır ve Anadolu’daki Likya bölgesinin en önemli din merkezlerinden biridir. Bölge, Türkiye’nin Antalya iline bağlı Kaş ilçesi ile Fethiye arasında; Xanthos Nehri boyunca devam edince Xanthos’tan 4km güneydedir.
Hiçbir zaman tam anlamıyla yerleşilmiş bir şehir olmayıp, genellikle dini bir merkez olarak kalan bölgedeki arkeolojik bulgular M.Ö 6. yüzyıla, yani 4. yüzyılda başlayan Yunan egemenliğinin öncesine tarihlenmiştir.
Leto’ya, çocuklarına, Artemis ve Apollo’ya adanmış olan Helen tapınağına ait kalıntılar bulunmuştur. Harabelerin neredeyse tamamı kazılmış ve önemli eserler bulunmuştur. En önemlisi de Fethiye Müzesi’nde sergilenmekte olan, 3 dilde ( Yunanca, Likyaca ve Aramca) yazılmış kitabeler bulunmuştur. Bu kitabeler, Likya dilinin deşifre edilmesi açısından büyük önem taşımıştır.

Yerebatan , 6. yüzyılda bir yeraltı sarnıcı olarak Ayasofya'nın karşısına inşa edilmiştir. Toplamda 336 tane olan kolonlar, her birine 28 tane gelecek şekilde 12 sıraya dizilmiştir. Kolonların merkezi Korint ve Bizans esintileri taşımaktadır. Burada dikkatle gerçekleştirilen restorasyonlarda 2 Medusa başı ortaya çıkarılmıştır. Şehirdeki 70 sarnıç arasında en büyüğüdür

Fatih Sultan Mehmet ve halefleri tarafından İstanbul'un şehir duvarlarının güneybatıdaki kesişme noktasına, beşgen şeklinde inşa edilmiştir. Mükemmel bir kale ve eski şehrin panoramik manzarasını Altın Kapı'dan izleyebilirsiniz. Altın Kapı, kalenin bir parçasıdır ancak sonradan ilave edilmiştir.

Eski Bizans'ın merkezindeki bir tepeye yapılmış olan Ayasofya'nın denizden muhteşem bir görüntüsü vardır. Ayasofya'dan önceki kilise 532 yılında yıkılınca, İmparator Justinianus kısa zamanda yenisinin yapılmasını istemişti. İnşa planları bitip de işe koyulacağı sırada, Justinianus bu işin başına matematikçi Anthemius ve iyi bir mimar olan Miletli İsidorus'u getirdi. Ayasofya, 1000 yılda Hristiyanlık'ın en güçlü ve güvenilir kilisesi oldu. Roma'ya özgü olan imparatorluğun ve Hristiyanlık'taki Tanrı kavramının sembolü olduğu düşünülmektedir.
Kilisenin inşaatı 6 yıl gibi kısa bir sürede (532-537) bitince, Justinianus kiliseye dönüp şöyle bağırdı: "Solomon ( Kanuni Sultan Süleyman), şimdi senden daha üstünüm!". Ayasofya'daki iç dizaynın uyumu ve görkemli mermer panolarından dolayı burası dğnyanın 8. harikası olarak kabul görmektedir.

Keşişlerin inzivaya çekildiği, Adalar bölgesinin merkezi ve 9 adanın en büyüğü olduğu adından da belli olan Büyükada; tepelerini süsleyen tapınak ve kiliselerde belli günlerde tüm dinlerden insanların biraraya gelerek dualar edip dileklerde bulundukları, Aya Yorgi şarabı içtikleri, hergeçen gün artan resmi araçlar dışında hiç motorlu vasıta bulunmayan, müstakil evleri, Anadolu Kulübü, yüzlerce faytonu ve plakaları bulunan binlerce bisikleti ile ünlüdür.
Büyükada'yı keşfetmenin en güzel yolu 5 km ya da 12km'lik fayton turlarından birine katılmaktır. Daha önce faytona binmemiş kişilerin bunu burda denemeleri gerekir. Adayı dolaşmanın bir diğer yolu da bisiklet kiralamaktır. Burayı dolaşmak için geriye kalan tek alternatif yürümek. Bahçelerine çok özen gösterilmiş evlerin yanından geçerek Aya Yorgi'ye yürümenizi tavsiye ederiz. Adada 9 tane Yunan-Ortodoks kilisesi, bir Ermeni, ve bir de Latin kilisesi'nin yanında bir de Yahudi sinagogu bulunmaktadır. Harika manzaralı piknik alanları, kır restoranları, balık restoranları ve yüzülebilir plajlarıyla görmeye değer bir yerdir.

Sultan Abdülmecit, 1855 yılında sarayını Topkapı Sarayı'ndan Dolmabahçe Sarayı'na taşımıştır. Saray, şaşalı bir stil olan Şekerci stilinde, Ermeni Balyan ailesi tarafından inşa edilmiştir. Dolmabahçe Camisi ve Saat Kulesi’yle birlikte bir kompleks oluştururlar. Sarayın iç dizaynı da denize paralel biçimde 500 m boyunca uzanan dış yüzeyinin karmaşık dizaynıyla uyumludur.
Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk 1983 yılında bu sarayda ölmüştür.

Ahmet Rasim, Esat Mahmut Karakurt, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi Türk edebiyatının ünlü önemli kişiliklerine ev sahipliği yapmış olan Heybeliada, Adalar’ın ikinci büyüğüdür. Yeşil bitki örtüsü, kıyı ve plajları, şirin mimarisi bu adayı popüler kılmıştır. En eski ismi Domonissos ( Şeytan Adası) olan adanın renkli tarihi M.Ö 2500 yıllarına kadar gitmektedir. Akdeniz’i andıran bitki örtüsü ve ikliminden dolayı, sadece yazın değil kışın da ziyaret edebilirsiniz. Ama yine de diğer adaları olduğu gibi burayı da ziyaret etmek için en güzel zaman ilkbahar ve sonbahardır. Heybeliada’nın ihtişamlı manastırları da ünlüdür. Bunlardan birisi olan Aya Triada,önce Yunan Ortodoks İlahiyat Okulu, sonra da müdürü olan ama hiç öğrencisi olmayan bir Yunan Erkek Lisesi olmuştur.

Adaların en küçüğü ama en güzeli. Adanın Bizans dönemindeki ismi Antigone, Büyük İskender’in bir generalinin yaptırdığı şatodan gelmektedir. Şu andaki ismi Burgaz da kale demektir. Burgazada diğer adalara göre daha sakindir. Uzunluğu ve genişliği sadece 2 km olan bu ada, Türkler 18. yüzyılın ikinci yarısında buraya yerleşene kadar bir Yunan kasabasıydı. Adanın tek tepesi olan Bayrak Tepesi (170m) ya da eski adıyla Hristos, çabuk yorulmayıp da tırmananlara harika bir manzara sunmaktadır.

Adalar'a yapılan bir yolculuğun ilk durağı Kınalıada'dır. Bu yüzden Bizans dönemindeki adı Proti'ydi (Birinci). Ada o kadar küçüktür ki faytonlar kullanılmaz, çünkü yarım saat içinde adanın bir ucundan diğerine yürüyebilirsiniz. Kınalıada'ya günübirlik gidilir çünkü kalacak bir otel yoktur. Ayazma Restoran

Neredeyse kendi başına bir şehir: 1336 m² üzerinde 50 sokak, 4400 dükkan, 40 han, camiler, mescitler, 19 Türk hamamı, işyerleri, kahvehaneler ve pastaneler... Adından da anlaşılacağı üzere burası her şeyi bulabileceğiniz bir pazar. Kapalı olması da değerli mallar satan dükkanlar açısından burayı daha güveni kılmış. Hediyelik eşyadan bakır paralara, mücevherattan deriye, kıyafetten halı ve kilime, tahta eşyalardan antikaya, çiniden cam eşyalara, nostaljik aksesuarlardan kahvecilere ve lokumculara kadar her şeyi bulabilirsiniz.
Ünlü yazar Mark Twain, Kapalıçarşı’yı “Dükkanlardan oluşmuş olağanüstü bir arı kovanı” olarak tanımlamıştır. 4000 dükkanın 2000 tanesi mücevheratçıdır. Dikdörtgen şeklinde ayrılmış sistematik planına rağmen içeride kaybolmak hic de zor değil. 20000 kişinin çalıştığı bu yeri her gün yarım milyon insan ziyaret ediyor ve bu rakam önemli günlerin öncesinde iki katına yani bir milyona çıkıyor. Bu arada, Kapalıçarşı sadece kendinden çok daha büyük bir açık hava ticaret alanını olan Tahtakale’nin bir parçası.

İstanbul Ermeni Patrikhanesi, Ermeni Kilisesi'nin 4 merkezinden biridir (diğerleri Erivan, Beyrut ve Kudüs'te). İstanbul'un ilk patriği 1. Hovaghim, Fatih Sultan Mehmet buraya akın ederken görevinin başındaydı. Meryem Ana Kilisesi ve geleneksel biçimde ahşaptan yapılmış patrikhane 1641 yılından beri Kumkapı'dadır (eski adı Konstancalion). Patrikhane (Külliye) yaya olarak; Ayasofya'ya, Sultanahmet Camisi ve Topkapı Sarayı'na 20 dakika mesafededir.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi

Fener Rum - Ortodoks Patrikhanesi, Fener'deki kilisenin içerisindedir. Patrikhane 1602 yılında o zamanlar manastır olan St. George'a ( Aya Yorgi) taşınmıştı. 1941 yılında çıkan yangından sonra restorasyon 1991 yılında tamamlanmıştır. St George, ev sahipliği yaptığı paha biçilemez objelerle ünlüdür.

İstanbul’un kuzeyden denize açılan kapılarından biri de Kilyos’tur. Kilyos, İstanbul’da oturanların yüzmek, balık yemek, piknik yapmak, uzun sahilinde yalınayak yürümek ve sakin koylarında kafa dinlemek için tercih ettikleri bir yerdir. Kilyosa giden Belgrat Ormanları’nın içerisinden geçen yol, bir restoranda mola verip mangalda et ya da kiremitte alabalık yemek için çok uygundur. Kilyos’ta güzel restoranların yanısıra her türlü yol alışverişinizi yapabileceğiniz marketler de bulunmaktadır. Değişik bir haftasonu geçirmek istiyorsanız, burası villa - kentlerle dolmadan önce Kilyos’a gidin.

Tipik bir tatil merkezi olan Şile; tarihi M.Ö 7. yüzyıla dayanan, her çeşit balığı bulabileceğiniz restoranları, festivalleri, kumlu ve uzun sahilleri, dev kayaları ve kumaşıyla ünlüdür. Antik Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarının her biri buradan izler bırakarak geçmiştir. Şile, bu uygarlıklar için Karadeniz’den gelebilecek tehlikelere karşı kullanılan bir ileri karakol gibiydi. Bu amaçla inşa edilmiş bir Bizans kalesinin kalıntıları hala görülebilmektedir. Antik Yunanlardan kalan bir iz de buranın ismi olan, Antik Yunanca’da “vahşi çiçek” anlamına gelen Şile’dir. Birbirine bitişik yerleşmiş köylerde, gizli kaya kiliselere ve dini yapılara rastlayabilirsiniz.

Benzer müzeler arasında önemli bir yere sahiptir: Ayasofya, Topkapı Sarayı ve diğer antik binaların hemen hepsi yanyanadır. Müzede sergilenen eserler arasından en önemlisi Büyük İskender Sarkofajı (lahit)’dır. İçinde gömülü olmamasına rağmen üzerinde figürleri bulunmaktadır. Rölyefin üzerinde İskender’in savaşı, aslan ve panter avı, olağanüstü bir gerçeklikte resmedilmiştir. Dünyaca bilinen, M.Ö 310 yılında yapılmış olan bu sanat eseri günümüze kadar renkleri bile seçilecek derecede iyi korunmuştur. İskender’in; heykeltraş Lysippos’un yaptığı portreye dayanarak M.Ö 2. yüzyılda yapılmış mermerden portresinde, güce sahip olan ve bunun da bilicinde olan bir hükümdardan çok , durmak bilmeden belli bir hedefe saldıran genç bir adam görülmektedir. İskender’in kafasını görmek İstanbula gelmek için yeterli bir sebep.
Çok sayıda Roma imparatorunun büstünün yanı sıra Yunan, Roma ve Bizans dönemine ailt kolonlar da sergilenmektedir. Burada bulunan imparator büstlerinden bazıları: Augustus, Tiberius, Hadrian (çocukluğu) Marcus Aurelius, Diocletian, Arcadius ve Büyük Konstantin.

Haliç’in kıyısında bulunan Rahmi M. Koç Müzesi; Türkiye’de ulaşım, endüstri ve iletişim alanındaki tarihi objeleri sunan ilk müzedir. Müzede; Ulaşım, trencilik, denizcilik, havacılık, mühendislik, iletişim, bilimsel aletler, model ve oyuncaklar kategorilerinde birçok eser sunulmakta ve endüstri gelişimi aşama aşama anlatılmaktadır.

500 m² içerisinde 2000 civarında oyuncak sergilenmekte olan İstanbul Oyuncak Müzesi, Göztepe’de tarihi bir evde bulunmaktadır. En eski parça olan keman, 1817 Fransız yapımıdır. Her sergi salonu bir sahne gibi hazılanmıştır. Müzede ayrıca bir de 70 kişilik toplantı salonu bulunmaktadır.

Bu proje, İstanbul Belediyesi ve Kültür A.Ş tarafından Haliç’e kurulmuştur. Türkiye’deki 100 önemli kültürel bölgenin minyatürleri burada bulunmaktadır. Miniatürk projesinde 50 mimari yapının 1/25 oranında küçültülmüş minyatürlerinin yanında Ayasofya, Anıtkabir, Efes, Dolmabahçe Sarayı, Nemrut Tapınağı, St. Antoine Kilisesi, Aspendos Amfi tiyatrosu, İshakpaşa Sarayı ve Kapadokya yöresi de bulunmaktadır. Miniatürk projesi, Hollanda’da bulunan benzerinden esinlenmiştir. Burada ayrıca cafe ve restoranlar da bulunmaktadır.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın desteğiyle kurulan ve Türkiye’nin ilk modern sanat müzesi olan İstanbul Modern Sanatlar Müzesi, Türkiye’nin çağdaş ve modern birikimlerini buluşturmuştur. 8000 m² alanda 2 katlı yapılmış olan mekan, 3 sergi alanı; ayrıca, eğitim ve araştırma amaçlı kullanılmak üzere ayrılmış ofis alanları içermektedir.
Kalıcı ve geçici sergilerin yanısıra, bir kütüphane, arşivler, 100 kişilik bir sinema, fotoğraf sergi alanı ve heykel bahçesi bulunmaktadır. Üst katında bulunan İstanbul Modern Cafe’nin boğaz manzarası inanılmazdır.
İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi

Klişe baskı, litografi, serigrafi ve linolyum sergilenen, İstanbul’un ilk grafik sanatlar müzesi olan IMOGA, Anadolu yakasında Çamlıca’dadır. IMOGA, 80’den fazla sanatçıya ait 1200 çalışmaya sahip, az sayıda koleksiyondan birine sahiptir. Ayrıca; bir atölyesi ve sergi alanında da bir kütüphanesi bulunmaktadır. 6 katlı olan bu müzede seminerler veya diğer aktiviteler de düzenlenmektedir.

Beylerbeyi Kasrı, İstanbul’un Anadolu yakasında, Boğaz Köprüsü’nün kuzeyinde, bir zamanlar sultanların misafirlerini ağırladığı bir köşktür. Yapımı 1865 yılında tamamlanmıştır.

Sultan Ahmet Camii, İstanbul’un simgesi ve müslüman turistleri gözdesidir. Şehrin en büyük camisidir ve mavi çinilerinden dolayı “Mavi Cami” olarak anılmaktadır. Ayasofyanın karşısında, Marmara Denizi kıyısında yüksek bir tepeye inşa edilmiş olan caminin 3 katlı ve her yöne simetrik olarak genişleyen kubbeleri vardır.
Binanın dışı gibi içerisinde de harika bir uyum ve sadelik hakimdir. 20000’den fazla mavi ve beyaz renkte İznik çinisi, el yazması altın Kuranlar ve kırmızı halılarla müthiş bir uyum içerisindedir. Ortadaki dev alan (51m X 53m), çoğu renkli cama sahip 260 pencere sayesinde hem ışıl ışıldır hem de mistik bir loşluğa sahiptir. 1616 yılında tamamlanan Sultan Ahmet Cami, Osmanlı mimarisinin ulaştığı son noktaya bir örnektir.

1550-1557 yılların arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilen bu caminin, diğer hiç bir yapının İstanbul atmosferine katamadığı bir güzelliği vardır. Caminin 4 tane kemeri, Ayasofya’nınkiler gibi gizli değil, açıkça görülebilecek şekildedir. Kubbe, yukarı doğru incelen 4 kemer tarafından taşınmakta, bu da iyi orantılanmış bu yapıyı bir tüy kadar hafif kılmaktadır. Kümelenmiş kubbe sistemi dışarıdan bakılınca çok hoş görünmektedir.Tepede bulunan bu heybetli camiyi, özellikle Galata Köprüsü’nden ya da Boğaz Köprüsü’nden rahatlıkla izleyebilirsiniz. Camide bulunan 4 minare ve bu minarelerin üzerindeki toplam 10 balkon; Kanuni Sultan Süleyman’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun 10. padişahı olmasını ve İstanbul’u yöneten 4. padişah olmasını simgeler. Mimar Sinan, iki minareyi diğerlerinden daha kısa yapmıştır. Bu, minareleri tepenin eğimiyle daha uyumlu göstermek için düşünülmüş güzel bir ayrıntıdır.

Osmanlılı ünlü tarihçi Evliya Çelebi, Topkapı Sarayı’nı şöyle tasvir eder: “ İnsan yeteneğiyle yaratılmış sultanlık saraylarının en güzeli”. Bir kişi eğer burada yaşıyorsa, elinden hükmetmek dışında hiç bir şey gelmez. Doğu konseptinin hakim olduğu bu sarayın çok fazla vasfı bulunuyordu: Sultanın sarayı ve bir dünya imparatorluğunun merkezi, dünyanın yarısı için dini merkez, inanılmaz entrikaların döndüğü bir yer, acımasız cinayetlerin odağı ve nefes kesici başarıların beşiği. Bir zamanlar burası 4000-5000 kişinin yaşadığı, sehir içinde bir şehirdi. Fatih Sultan Mehmet, eski Bizans akropolisinin sırtlarında geniş bir saray yaptırmaya karar vermişti.
Sultan Mehmet’in burayı seçmesinin tek sebebi bu sırtların güzelliği değildi. İstanbul’un en iyi şekilde korunabileceği, aynı zamanda içinde yaşanabilecek bir kale planlıyordu: Haliç’ten başlayarak Marmara Denizi’ne kadar uzanan ve Topkapı Sarayı’nı şehrin kalanından ayıran bir duvar. Sarayın köşesinden başlayıp Marmara Denizi kıyısı boyunca Theodosian duvarlarına kadar uzanan Byzantium duvarları, denizden gelebilecek olası bir saldırıya karşı koruma sağlıyordu.

İstiklal Caddesi, Beyoğlu’nun (Pera) ana caddesidir ve yayalara özeldir. Parlak günlerinde “"Grand-Rue de Pera (Pera’nın o büyük caddesi)" olaran anılan sokak, 20 Y.Y başlarında İstanbul’un güzel zamanlarında önemli bir buluşma noktasıydı. İstiklal Caddesi üzerinde ya da ona bağlı ara sokaklarda her türlü kültürel ve sosyal aktivitenin yanısıra cafeler, sinemalar, restoranlar, kitapçılar, restoranlar, barlar ve dükkanlar bulabilirsiniz.
Caddenin güney ucu, Tünel’in girişidir. 1875 yılında yapılmış olan Tünel, 570m uzunluğuyla Galata Köprüsü’ne doğru uzanan; yapım tarihi açısından Londra metrosundan sonra dünyanın ikinci metro sistemidir. Taksime doğru ilerlerken, Galatasaray Lisesi’ni geçince, sol tarafınızda Çiçek Pasajı’nı göreceksiniz. Adından da anlaşılacağı gibi bir zamanlar çiçek satılan bu pasaj günümüzde meyhane ve barlarla doludur. Beyoglu’nu hissetmek ve anlamak, rakı içip yemek yemek için çok ideal bir yer. Pasajın yanında görmeye değer bir yer olan Balık Pazarı bulunmaktadır. Burada ilerledikçe taze balığın yanı sıra, her çeşit et, peynir, tatlı ve turşuyu bulabilirsiniz.

Taksim, birden fazla merkezi olan İstanbul’un önemli merkezlerinden biridir. Beyoğlu (Pera) popülerleşip kalabalıklaştıkça, yeni yerleşim birimleri Nişantaşı ve Şişli’ye kaymaya başladı. Böylece, Taksim önemli bir merkez haline geldi. 19.YY sonlarına kadar mezarlık olan meydanda büyük bir baraka bulunmaktaydı bunun içerisinde de şehrin en büyük futbol sahası vardı.
Taksim, Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda önemli bir meydan oldu. 1950’lerde evlerin en pahalı olduğu yaşam alanıydı. Meydanın ismi Taksim, 18. YY’da Belgrat Ormanları’ndan gelip burada dağıtılan sudan gelmektedir. 1731 yılında 2. Mahmut tarafından yaptırılan çeşme halen İstiklal Caddesi girişinde durmaktadır. Meydanın güneybatısında bulunan ve İtalyan sanatçı Canonica tarafından yapılmış olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk ve arkadaşlarının heykeli bulunmaktadır.

Afrodisias, Anadolu’daki Karya’da küçük bir şehirdi. Şimdiki Geyre Köyü’nün yanında, İzmir’e 230km uzaklıktadır. Şehir, Helenistik ve Roma dönemlerinde çok kullanılmış bir mermer ocağının yanına kurulmuştu ve Afrodisias’ta yapılan mermer heykeller Roma dünyasında çok popüler oldu.
Afrodit tapınağı şimdi olduğu gibi o zaman da şehrin odak noktasıydı ancak hıristiyan bazilikasına dönüştürülünce binanın karakteri değişti. Afrodisyaslı heykeltraşlar çok ünlendi ve heykeltraş okulu çok üretken hale geldi. O dönemden kalma eserleri kalıntıların etrafında ve müzede görebilirsiniz.
Alandaki stadyum, Akdeniz bölgesinde günümüze kadar en iyi korunmuş stadyumlardan birisidir. 262 metreye 59 metre ölçüleri olan bu stadyum 7. YY’da bir depremde ağır hasar görene kadar sportif faaliyetlerde kullanılıyordu. Bu depremden sonra stadyumun bir kısmı, önceden tiyatroda sergilenen eserlerin gösterimi için kullanılmıştır.

Bergama ( Pergamos: Yüksek Şehrin İnsanları) Ege bölgesindeki İzmir iline bağlı bir şehirdir. Pamuğu, altını ve halılarıyla ünlü olan şehir, tarihte Roma kültür merkezi Pergamon’du ve tarihi kalıntılarının diriliği bugün bile ciddi sayıda turistin ilgisini çekmektedir. Pergamon şehrinin kalıntıları Bergama şehrinin kuzeybatısında kalmaktadır ve zamanında (1. YY) 150000 kişiye ev sahipliği yaptığı düşünülmektedir.
Bergama yüksek kalitedeki halıları ile ünlüdür. Halen halı dokumakta olan 80 tane köyü bulunmaktadır. Bergamadaki halı dokumacılığının tarihi, Türkler’in bölgeye göçmeye bağladığı 11. YY’a kadar uzanır.Buranın halıları, zamanında bölgede çok bulunan Yörükler’in doğal yaşam tarzlarını yansıtırcasına yünden dokunmaktadır.

Ariassos ( ya da Ariasos); bugün Antalya’ya bağlı topraklarda, Toros Dağları’nın 1050 metre üstünde kurulmuş bir Pisidya şehriydi.
Ariassos, Alanya-Burdur yolu üzerindeki Antalya’dan 48km mesafededir. Dağ Köyü’ne varmadan sola dönün ve Ariassos 1km sonra karşınızda. Kapı, banyo, kaya mezarlar ve mozolesinin hala çok sağlam durumda olduğu bu antik şehir, bir vadiye kurulmuştu ve çevresindeki tüm manzaraya hakimdi.

Sagalassos; Türkiye’nin güneybatısında, Antalya’nın 100 km, Isparta ve Burdur’un da 30 km uzağında bulunan bir arkeolojik alandır. Antik kalıntılar, Burdur iline bağlı Ağlasun’da, Akdağ’ın 1450-1700 metrelerinde bulunmaktadır. Roma İmparatorluğu zamanında burası, şimdiki Göller Yöresi’nde bulunan Pisidya’nın ilk şehri olarak biliniyordu. Helenistik dönemde de Pisidya’nın ana şehirlerinden birisi olmuştur.
Önemli bir turistik alan olan Sagalassos, 1990 yılından beri önemli bir arkeolojik kazı merkezi de olmuştur. 9 Agustos 2007 tarihinde gazeteler, iyi detaylandırılmış dev boyutta bir İmparator Hadriyan heykeli bulunduğunu bildirmişlerdir. Heykelin 4-5 metre boyunda olduğu düşünülmektedir. Heykel; Hadriyan’ın hüküm sürdüğü zamandandır ve onu askeri kıyafetle tasvir etmektedir. 14 Ağustos 2008 tarihinde, yine bu alanda, Roma imparatoru Antonius Pius’un (Hadriyan’ın evlatlığı ve varisi) karısı olan “Yaşlı Faustina”nın kafa heykeli bulunmuştur.

Colybrassus, Antalya il sınırları Alanya ilçesi yakınlarındaki bir antik kenttir.
Colybrassus, Alanya'nın 30 kilometre kadar kuzeybatısında ve Toroslar'da Roma döneminden kalma bir kenttir. Çevreye dağılmış durumdaki çok sayıda yazıt, kent tarihine ilişkin önemli bilgiler içermekle birlikte ayrıntılar henüz gün ışığına çıkmamıştır. Günümüze kadar ayakta kalan kalıntılar arasında köşe başlığı İon tarzında tapınak, nekropoldeki lahitler ve bir kayaya oyulmuş mezar sayılabilir. Kaya mezarın cephesi anıtsal bir görüntüdedir. Tek mekandan oluşan mezar odasına 18 basamaklı bir merdivenle çıkılır ve girişin üstü basık kemer şeklinde yontularak içi Medusa başı ile süslenmiştir. Kemerin iki yanı ise kartal motiflidir. Kentte ayrıca odeon, kuleli kent duvarları, eksedra, konut kalıntılarından örnekler görülebilir.
Ören yeri ücretsiz gezilmektedir. Antik kentin bir adı da Ayasofya'dır.

İstanbul’daki Ortaköy Camii, resmi olarak “Büyük Mecidiye Camii”, Ortaköy meydanında deniz kenarında, yani boğazın en güzel yerinde bulunmaktadır.
Orijinal Ortaköy Camii 18. YY’da yapılmıştı. Şimdiki cami, Osmanlı sultanı Abdülmecit tarafından istendi ve 1854-1856 yılları arasında inşa edildi. Mimarları, camiyi neo-barok stilinde dizayn eden Ermeni baba oğul, Garabet Amira Balyan and Nigoğayos Balyan’dır.
Geniş ve yüksek pencereler, Boğaz’dan gelen ve sürekli renk değiştiren ışık yansımalarının caminin içinde ışıldamasını sağlamaktadır.

Burdur iline bağlı Bucak ilçesi Susuz köyündedir. Anadolu Selçuklu devri 13. yy. kervansaraylarındandır. İpek Yolu üzerinde bulunur. Kareye yakın dikdörtgen planlı hanı en çok göze batan yeri batı cephesindeki giriş kapısındadır.

Üçağız (ismi burada yayılan 3 nehirden gelmektedir), Kaş ile Demre arasında bulunmaktadır ve ulaşmak için en güzel yol bu iki ilçeden kalkan bot turlarına katılmaktır. Bu küçük kasabanın kendisi ve ufukta görülen adaları gerçekten fotoğraflıktır. Siz de arkeolojiden yorulmayanan kişilerdenseniz, kasabanın doğusunda kalan antik şehir Theimussa’yı ziyaret edip, sarkofajları (latit) görebilirsiniz.

Meis (Kastellorizo, Yunanca:Megisti), güneydoğu Akdeniz’de bulunan bir Yunan adasıdır. Türkiye’nin güney sahillerinden yaklaşık 1300 m, Rodos Adası’ndan ise 110 km uzaktadır.
Meis, büyük olasılıkla Akdeniz’de bulabileceğiniz en sakin adadır, aynı zamanda doğal ve biyolojik bir cennettir. Herhangi bir müdahale olmadığı için çok sayıda hayvan ve bitki gelişmiştir: Su Kaplumbağaları, yunuslar ve akdeniz fokları...
O kadar küçük bir yerdir ki kaybolmak imkansızdır. Nüfusu 300 civarında olan bu adada, bir servis ve taksiden başka ulaşım seçeneği yoktur. Kasabada ve limanında hemen hiç sokak yoktur bu yüzden aileler için ideal bir tatil ortamıdır. Adadaki evler ince bir yapıya sahiptir ve Anadolu stili pencereleri ve tahta balkonları karakteristik özelliklerindendir.

Kaleköy (antik Simena) , Antalya iline bağlı Kaş ve Demre arasında, Akdeniz kıyısında bir kasabadır. Kekova adasına bakar ve denizden ya da Üçağız’dan yürüyerek ulaşılabilir.
Kasaba, yarısı sular altında kalmış bir Likya mezarlığının arasında bulunmaktadır. Kekova’ya yerleşen korsanlara karşı savaşmak için ortaçağda yapılmış bir Bizans kalesi, kasabaya yukardan bakar. Kalede ufak bir de tiyatro vardır.
Ayrıca, çok popüler bir yatçı mekanıdır.

Limyra, Anadolu’nun güney sahillerindeki Likya uygarlığının küçük bir şehriydi.
Strabo, Ptolemy gibi birçok Latin yazar buradan bahsetmiştir. Agustus’un oğlu Gaius Caesar’ın burada öldüğü bilgisi dışında tarihiyle ilgili hiçbir şey bilinmemektedir.
Limyra atik şehrinin kalıntıları, Antalya’ya bağlı Finike’den 5-6 km. doğudadır.

Düzlerçamı, Antalya'nın 8 km kuzeyinde, Korkuteli yolu üzerinde, piknikçilerin çok tercih ettiği bir bölgedir.
Güver Uçurumu ise 3 dağın birbirinden ayrılması sonucu oluşmuş 115 m derinliğinde bir uçurumdur. Erozyon nedeniyle halen derinleşmektedir ve bir milyon yaşında olduğu sanılmaktadır.

Side’ye yakın olan Manavgat Şelalesi, Manavgat Nehri üzerinde, Manavgat’a 3 m mesafededir. Yüksek debisiyle geniş bir alandan akan suyun pek de fazla olmayan bir mesafeden aşağı dökülmesini, yüksek bir yerden daha güzel izleyebilirsiniz.
Manavgat Şelalesi’nin beyaz ve köpüklü suları , kayaların arasından hızlıca akar gider. Sel bastığı zaman şelale onca suyun altında gözden kaybolur.
Şelalenin yanındaki gölgelik alanlardaki çay bahçelerinde dinlenebilirsiniz.
Oymapınar Barajı, nehrin 12km kuzeyinde yer almaktadır.

Oymapınar Barajı, Akdeniz’e dökülen Manavgat Nehri üzerine 1984 yılında hidroelektrik üretmek için kurulmuş yay şeklinde bir barajdır. Manavgat Şelalesi’nden 12 km kuzeydedir. 300 milyon metreküp tatlı su kapasiteli yapay bir barajdır.
Barajda 540 megawatt kapasiteli 4 yeraltı türbünü bulunmaktadır. Yapıldığı 1984 yılında Türkiye’nin 3. en büyük barajı olan Oymapınar, şu anda 5. sıradadır.

Acıgöl, iç Ege bölgesi’nde, Denizli, Afyonkarahisar ve Burdur illerinin kesiştiği kapalı havzada yer almaktadır. Yüzeyi baharda 100km² ve yaz aylarında 35km² civarındadır ve en derin noktası 1,63 m’dir. Endüstride geniş bir kullanım alanı olan “sodyum sülfat” rezervleri çok geniştir ve ticari sodyum sülfat üretimi işleri bu gölün etrafında odaklanmıştır. Denizli merkezden 60 km uzaklıktadır.
Deniz seviyesinden 836 metre yüksekte bulunan göl, güneydeki fay hatlarından çıkan ve sülfat bakımından zengin olan sularla beslenir. 90’lı yılların sonuna doğru yıllık üretim miktarı 100000 ton olan sülfatın tamamı özel işletmeler tarafından işlenmektedir.

Gündoğmuş, Antalya merkezden 182 km uzaklıkta, Akseki-Manavgat yolundan ulaşılan bir kasabadır. Üzümü ile ünlüdür. Ekonomisi hayvancılığa ve arıcılığa dayanmaktadır. Çok dik bir yerde bulunduğundan dolayı tarım ve endüstri hemen hemen hiç yoktur. Gündoğmuş’da birçok tarihi bölge bulunmaktadır: Kazayir( Taşahır yakınında), Senir köyü yanındaki Kese kalıntıları, Gündoğmuş kasabasının 11km güneyindeki Gedfi kalıntıları, Gündoğmuş’un 19km doğusundaki Pembelik köyündeki Sinek Dağı kalıntıları.
Gündoğmuş’un kendi merkezinde de Osmanlı İmparatorluğu zamanına ait, bu şehrin valiliğini yapmış bir Osmanlı prensi olan Cem Sultan’a adanmış bir cami bulunmaktadır.
Bölge, tırmanma, dağ yürüyüşleri ve orman piknikleri için çok uygundur.

Akseki, Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde Antalya iline bağlı bir kasabadır. Kardelenleriyle ünlü olan Akseki, batı Toros Dağları’nda 1500m yüksekliktedir. Bölgenin ortasındaki geniş bir vadiden akan Manavgat Nehri’ni saymazsak bölge tamamen dağlıktır.
Görülmeye değer yerler arasında mağaralar, vadiler ve yaylalar sayılabilir. Çok rüzgar alan bu kayalık ve dağlık bölge tarım için elverişsizdir ve ekonomisi genellikle ormancılığa, koyun ve davar yetiştiriciliğine dayanır.
Akdeniz Üniversitesi’nin burada hemşirelik ve bazı başka meslek eğitimleri verdiği bir yüksekokulu bulunmaktadır.
Zengin mimari mirası dolayısıyla, Avrupa Tarihi Kasabalar ve Bölgeler Birliği’ne üyedir.

Söğüt, Marmara bölgesinde Bilecik iline bağlı bir ilçemizdir. Aynı zamanda Söğüt, daha sonradan Osmanlı Devleti’ni kuran bir Selçuk Türk beyliğiydi.
Efsaneye göre, 13. yüzyıl sonunda beyliğin başı olan Ertuğrul Gazi, düşmanlarını körfezde tutmayı başarmış, oğlu Osman Gazi de, 1299-1324 yılları arasındaki saltanatı süresince hepsini ele geçirmiştir. Osman Gazi’nin ölümünden sonra tahta geçen Orhan Gazi de babasının onuruna beyliğe “Osmanlı” adını vermiştir. Söğüt ( 1231 yılına kadar Thebasion), daha sonra Osmanlı Beyliği’nin başkenti olmuştur ve 1325 yılında, Bizans’ın olan Bursa ele geçirilip başkent yapılana kadar da öyle kalmıştır.
Söğüt Etneğrafya Müzesi’nde Türk tarihi ile ilgili materyaller ve Osmanlı sultanlarının gerçek boyuttaki heykelleri sergilenmektedir.

Gömbe, Akdeniz bölgemizde Antalya iline bağlı bir kasabamızdır. Antalya merkezden 180 km, Kaş’tan ise 60 km mesafededir.
Gömbe’den yarım saat mesafede bulunan Yeşilgöl, Toros Dağları’nın otlaklarında yürüyüş yapmak ve yazın bu tepelerde yaşanan yarı göçebe hayatları gözlemlemek isteyenler için harika bir yerdir. Deniz seviyesinden 2000 m yüksekte bulunan bu gölün şifalı sularından içmek için yurdun dört bir yanından hacılar gelmektedir. Gölün başında çadırlarda yaşayan yarı-göçebeler yabancılara karşı gayet misafirperverdirler. Bu kişiler, Orta Asya’dan göç etmiş Türk insanını temsil ederler.
Göl, Ağustos başlarına kadar dağların tepesinde kalan karların erimesiyle oluşur. Yazın ziyaret edecek serin bir yer olmasının yanında fotoğrafçılara da harika pozlar sunar. Bölge, bir zamanlar İran seferine çıktığında Büyük İskender ve ordusu tarafından da geçilmiş olan bir vadiye bakar.
Yeşilgöl aynı zamanda “Uçarsu”yun da çok yakınındadır. Yeşilgöl gibi bu suya da kutsal denmektedir ve insanlar bu suyu şifa niyetine içmektedirler. Bu su efsaneye göre yakınlardaki bir türbenin kurucusu olan Abdal Musa tarafından getirilmiştir.

Kestel Gölü, Akdeniz Bölgesi'nin batı bölümünde, Kestel Ovası'nda geçici göl. Yüzölçümü 24 km2'dir.
Kireçli (kartik) yerey içinde rastlanan, zaman zaman içinde su bulunan bazen de kuruyan bir göldür. Burada doğal kuyularla çekilen suların yeraltı yollarıyla Antalya Körfezi'ne döküldüğü sanılmaktadır.

Yeşilyayla, Antalya ilinin Korkuteli ilçesine bağlı bir beldedir.Eski isimi Andıya'dır.
Köyün ekonomisi tarıma,hayvancılığa ve mantar yetiştiriciliğine dayalıdır.
Yunanlılar döneminden kalma İnlice isimli iki mağarası,yer altından kaynayan yazın soğuk kışın ılık akan suyunun bulunduğu mesire yerine sahiptir.

Beyşehir Gölü, Türkiye’nin güneybatı kısmında Isparta ve Konya illerinde bulunan bir tatlı su gölüdür. 45 km uzunluğu ve 20 km genişliğiyle 65000 km² alana yayılmıştır.
Göldeki su miktarı değişkendir. Sulama için de kullanılan göl aynı zamanda bir milli parktır. Birçok kuş cinsi için önemli bir alandır. Üzerinde 32 tane değişik boyutlarda adacık bulunmaktadır.
Cennet-Cehennem Çökükleri , Astım Mağarası

Cennet ve Cehennem, Narlıkuyu kasabasında bulunan birbirine çok yakın iki çukurdur. Tarih öncesi zamanlardan beri insanların yaşadığı bir yerdir.
Yunanlılar burada, Zeus’un Pan ve Hermes’in yardımıyla dev Typhon’u öldürdüğüne inanırlar.
Cennet Çöküğü; 250m uzunluğu, 110m genişliği ve 60-70m derinliğiyle büyük bir çöküktür. 452 basamakla inildiği için zahmetli bir ziyaret olabilir. Çöküğün zemini, üzerinde kuş yuvaları bulunan ağaçlarla doludur. Aşağı yaklaştıkça gelen soğuk hava mağaranın girişinin ve bir 5.YY kaya kilisesinin habercisidir. Ancak kilisenin sadece yere yakın kısımları sağlam kalmıştır.
Cehennem Çukuru, Cennet’in 75m kuzeydoğusundadır. 60m genişliğinde 120m derinliğinde neredeyse tam çember şeklindedir. Çapının küçüklüğünden dolayı küçük olduğu söylenir ancak çok daha derin ve ürkütücüdür. Bu yüzden buraya cehennem, diğerine de kiliseden dolayı cennet denilmiştir. Bu çukuru ziyaret etmek de çelik bir merdiven ile mümkündür ancak tehlikeli olduğu için tavsiye edilmez.
Astım-Dilek Mağarası, Cennet’in 300m güneybatısındadır. Mağara ışıklandırılmıştır ve üç mağara arasında gezilmesi en kolay olanıdır. Dikitler, sarkıtlar ve kalsit kristalleri gibi etkileyici mağara oluşumları görülebilir. Mağara 250m uzunluğunda ve 10-15m genişlik ve yüksekliğindedir.

Ağrı Dağı, 5137m ile Türkiye’nin en yüksek noktasıdır. Üstü sürekli karla kaplı olan bu sönmüş volkanik dağ, Türkiye’nin kuzeydoğu köşesine yakın olan Iğdır ilimizde, İran sınırından 16km ve Ermenistan sınırından da 32km uzaktadır. Birçok kişi, Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’nda olduğuna inanır.
Ağrı Dağı stratovolkandır. Lav akıntıları ile oluşmuştur ancak volkanik bir kratere sahip değildir. 4200m yükseklikten sonra yüzey buz tabakasıyla kaplanmış volkanik kayalardan oluşur.
Ağrı Dağı’nın M.Ö 3. milenyumda aktif olduğu anlaşılmaktadır. Volkanik akıntıların altında Bronz çağının başlarına ait eşyalar ve insan vücutları bulunmuştur.
Tırmanış uzun sürmektedir, ancak balta ve krampon deneyimi olan tırmanışçıların kolay bulacağı bir yol güney tarafında bulunmaktadır. Tepedeki 400m yıl boyunca karla kaplıdır. Dağda iki tane olası kamp bölgesi bulunmaktadır ve buzullar 4800. metreden sonra başlamaktadır. Tırmanış için tırmanış izni ve sertifika sahibi bir Türk rehber gerekmektedir. Bu formaliteler 2 aya yakın sürebilir.

Yedigöller Milli Parkı Bolu ilimizin kuzeyinde bulunmaktadır.
Yedigöller diye anılan 7 ufak göl, 550 hektar alana yayılmış bir milli parkta aralarında 100m yükseklik farkı bulunan iki plato arasında bulunmaktadırlar. Hepsi de aynı dağ akıntısından beslenen göller yaz kış el değmemiş bir doğa hazinesi sunarlar. Bu bölgeyi ziyaret etmek için en uygun zaman sonbahardır çünkü bu mevsimde ağaçlar ve yamaçlar kırmızıya,sarıya ve sonbaharı güzel yapan diğer her renge bürünür.
Milli park; kayın, gürgen, meşe, kavak ve çam ağacı gibi bir çok ağaç türünün yuvasıdır. Göller çok geniş olmasalar da çok güzeldirler ve kıyılarında geyikler, ayılar, kurtlar, tilkiler, tavşanlar, sincaplar ve sayısız kuş yaşamaktadır. Eğer şanslıysanız Büyükgöl üzerinde kuğulara bile rastlayabilirsiniz. Mevsimine göre balık da tutabilirsiniz.

Abant Gölü, Bolu ilimizde bulunan ve heyelan sonucu oluşmuş bir tatlı su gölüdür. Göl, Bolu şehir merkezinden 32 km mesafede, 1328 m yüksekliktedir. İstanbul-Ankara otobanının ortasından 23 km uzaklıkta, bu iki şehirden de 3 saat mesafededir. Sıkı sıkı ağaçlarla dolu çevresi ve kolay erişilebilir olması dolayısıyla hem yerli hem yabancı turistler için gözde bir tatil ve gezi noktası olmuştur. Abant gölü doğal bir parktır.
Abant Gölü 1,28 km² alan kaplar ve en derin noktası 18 m’dir. Karaçam, sarıçam, meşe, dişbudak, gürgen, söğüt, ardıç, ılgın, fındık, muşmula ve çilek ağaçları burdaki ormanlarda bulunan ağaç çeşitlerinin sadece bazılarıdır. Bu ormanlarda yaban domuzları, karacalar, alageyikler, bozayılar, kızıl tilkiler, çakallar ve tavşanlar yaşamaktadır. Bu da burayı av sezonu boyunca avcılar için çok değerli kılmaktadır. Alabalık ailesinden ve yöreye özgü olan “Salmo trutta abanticus”a “Abant Alası” denmektedir.

Konya’daki Mevlana Müzesi, Sufi mistiği Jalal ad-Din Muhammad Rumi’nin yani bilinen adıyla Mevlana’nın türbesidir. Aynı zamanda Mevlevi’lerin tekkesidir.
Mevlana’yı Konya’ya davet eden Sultan 'Ala' al-Din Kayqubad, kendi gül bahçesini Mevlana’nın 1231’de ölen babasını gömmesi için Mevlana’ya vermeyi teklif eder ve babası Bahaeddin Veled buraya gömülür. Daha sonra 17 Aralık 1273 tarihinde ölen Mevlana da buraya babasının yanına gömülür.
Mevlana’nın halefi Hüsamettin Çelebi buraya, ustasının mezarı üzerine bir türbe yaptırmaya karar verir. Selçuklu mimarı Behrettin Tebrizli inşaatı 1274 yılında bitirir.
6 Nisan 1926 tarihinde türbenin ve dergahın müzeye çevrilmesine karar verilir. 2 Mart 1927 tarihinde açılır ve 1954 yılında ismi “Mevlana Müzesi” olur.
Mevlana’nın mezarı yeşil kubbenin altındadır. Kuran’dan surelerin altınla üzerine işlendiği brokarla kaplıdır. Bu ve diğer bütün örtüler 1884 yılında sultan 2. Abdülhamit tarafından hediye edilmiştir. Buraya ayrıca içinde Hz. Muhammed’in sakalının bulunduğu işlemeli bir sandık bulunmaktadır.

Akdamar Adası, Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesindeki Van Gölü üzerinde 0,7 km2 alana sahip, kıyıdan 3 km mesafede ufak bir adadır. Adanın batı ucunda, göl seviyesinden 80 m yükseklikte sert, gri, kireç taşından bir tepe yükselir. Ada doğuya gidildikçe meyillenir ve bol su veren bir kaynağın seviyesine kadar devam eder.
Kutsal Haç Kilisesi(915-921) olarak da bilinen 10. YY Ermeni kilisesine ev sahipliği yapar. Kilise, Mayıs 2005 – Ekim 2006 arasında restore edilmiş ve müzeye dünüştürülmüştür.

Van Gölü, Türkiye’nin en büyük gölüdür ve ülkenin en doğusunda yer almaktadır. Kendisini çevreleyen dağlardan gelen derelerden beslenen bir tuz-soda gölüdür ve 3.713 km²’lik bir alana yayılmıştır. Dünyanın bu boyutlardaki sayılı kapalı havzalarından biridir (suları başka bir yere akmaz). Aslında dışarı aktığı bir nokta vardır ancak çok eski çağlardaki bir volkanik patlama yüzünden kapanmıştır.
Gölde yaşayan tek balık cinsi “inci kefali”dir. Ayrıca suyu aşırı sevmeleriyle diğer kedi cinslerinden ayrılan “Van Kedisi” de bu bölgeye özeldir. 1995 yılından beri, gölde 15 m uzunluğunda “Van Gölü canavarı” olaqrak adlandırılan bir yaratığın görüldüğünden bahsedilmektedir.

1986 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne alınan Hattuşaş (Boğazkale yakınları), Bronz çağının sonlarında Hititler’in başkentiydi. Şehir, Kızılırmak’ın kıvrıldığı bir noktaya kurulmuştu.
Çevresinde Yazılıkaya’daki kaya tapınağı ve Alacahöyük gibi başka yerleşim birimleri de bulunmaktadır.
Şehir en parlak dönemlerinde 1,8 km² alana yayılıyordu ve iç ve dış olmak üzere bölümlere ayrılmıştı. İki bölüm de bugün bile görülebilen dev duvarlarla çevrilmişti.
Ayrıca zamanında 40000-50000 nüfusa sahip olduğu düşünülmektedir. Ağaç ve çamur tuğlalardan yapılmış evler zamanla kaybolmuş ve geriye sadece taştan yapılmış tapınak ve sarayların duvarları kalmıştır.
M.Ö 1200 yıllarında Bronz Çağı’nın sonlarına doğru yaşanan çöküş esnasında, Hitit İmparatorluğu ile birlikte şehir de yokolmuştur. M.Ö 800 yılında mütevazi bir Frig şehri kurulana kadar da terk edilmiş olarak kalmıştır.

Yazılıkaya, günümüzde Çorum ilimize bağlı olup, zamanında Hitit başkenti olan Hattuşaş’ın tapınağı olarak kullanılmaktaydı.
Burası bitişikteki şehir olan Hattuşaş’ta yaşayan Hititliler için kutsal bir alandı. Buradaki en etkileyici eserler Hitit mabetlerindeki tanrıların resmedildiği kayalardan yapılmış rölyeflerdir. Ayrıca kayalara bitişik inşa edilmiş tapınaklar da vardır. Alanda, yeni yıl kutlamalarının yapıldığı düşünülmektedir. Tapınaklar M.Ö 15. YY’dan itibaren kullanılmaktadır ancak kayaların üzerindeki yazıtların çoğunda Hitit kralları 4. Tudhaliya ve 2. Suppiluliuma’nın hüküm sürdüğü 13. YY sonlarının tarihleri vardır.

Karatay Medresesi, her zaman olmamakla birlikte genellikle din odaklı eğitim veren, 1251 yılında şehrin emiri Celaleddin Karatay tarafından Selçuk sultanlarına hizmet etmesi için yaptırılmıştır bir okuldur.
1955 yılından beri müze olarak hizmet veren yapıda Selçuk döşemeleri birleştirilmiştir. Taş ve odundan sanat eserleri ise yine Konya’da bulunan İnce Minare Medresesi’nde sergilenmektedir. Karatay Müzesi’ndeki koleksiyon büyük oranda Konya’dan 80 km mesafede bulunan Beyşehir Gölü’ndeki yazlık saray olan Kubadabad Sarayı’nda 1970 yılında bulunanlarla zenginleşmiştir.
Yine Celaleddin Karatay tarafından Konya dolaylarında yaptırılan kervansaray da aynı ismi taşımaktadır.

İstanbul 1453 yılında ele geçirilmeden önce Osmanlılar’ın başkenti olan Bursa’nın doğusunda yer alan Yeşil Cami, 1. Mehmet Cami olarak da bilinir ve büyük bir külliye’nin parçasıdır. Bu külliye; cami, türbeler, medrese, mutfak ve hamamdan oluşur.

Meram, Konya ilimizin biraz uzağında kalan; daha az binaya ve daha çok yeşile sahip bir ilçesidir. Meram ayrıca bu ilçenin sınırlarında kalan popüler bir piknik alanının da adıdır. Bu alanın yakınlarında Tavus Baba Türbesi ve Ateşbazı Türbesi görülebilecek tarihi yapılardır.

Assos, Behramkale’de bulunmaktadır. Aristo burada yaşamış ve bir akademi açmıştır. Şehir aynı zamanda St. Paul tarafından da ziyeret edilmiştir. Assos günümüzde Ege kıyılarında tarihi kalıntılar arasında bir kasabadır.
Şehir M.Ö 900-1000 yılları arasında Midilli’den, özellikle Methymna bölgesinden, gelen Aeolian kolonistleri tarafından kurulmuştur. Şehri kuranlar, M.Ö 530 yılında uçurumların tepesine Dorik Tapınağı kurarlar. Eflatun’un (Plato) öğrencisi olan Atarneuslu Hermias, buradan Assos’u, Troad’ı (Biga yarımadası) ve Midilli’yi bir süre yönetmiştir ve şehir en refahlı zamanlarını yaşamıştır. Yönetimi esnasında filozofları bu şehre taşınması için desteklemiştir. Bunun sonucunda Aristo, M.Ö 348 yılında buraya gelmiş ve 3 yıl sonra ayrılmadan önce Kral Hermeias’ın yeğeni Pythia ile evlenmiştir. Assos’un bu altın dönemleri birkaç yıl sonra Farslar gelince sona ermiştir ve Hermias işkence edilerek öldürülmüştür.
Farslılar M.Ö 334 yılında Büyük İskender tarafından sürülmüştür. M.Ö 241-133 yılları arasında Pergamon kralları tarafından yönetilmiştir ancak M.Ö 133 yılında Pergamonlar kontrolü kaybetmiş ve şehir Bizans İmparatorluğu’un eline geçmiştir.
Anadolu’ya yaptığı 3. misyoner yolculuğundan Midilli’ye dönerken St. Paul de buraya uğramıştır. Bu dönemden sonra Assos küçük bir köye dünüşmüş ancak varlığını sürdürmüştür. Kalıntıları hala kazılmaktadır. Assos’daki binaların çoğu kalıntılar içerisinde olmasına rağmen Behram( şehrin yeni adı) hala canlıdır. Hala Biga’nın bir limanıdır ve tarihiyle ünlüdür. 1900’lerde Athena Tapınağı’nı temizlemek için çalışmalar yapılmış ve bir çok eser Louvre Müzesi’ne götürülmüştür. Bulunan eserlerin çoğu mitolojik yaratıkları ve heraldik olayları resmetmektedir. Tepenin denize bakan dik tarafından inince, denizin ucunda hamlet denen İskele bulunmaktadır. Burada eski taş evler pansiyon, otel ve restoranlara dönüştürülmüştür. Çakıllı bir de sahili vardır ancak iskele ve bot turları kadar ilgi çekici değildir.

Avlan Gölü, politik amaçlar nedeniyle 1970 yılında kurutulmuştur. Bu kurutma işlemi sonucunda hem Elmalı’nın merkezinde hem de köylerinde yaşayanların sosyo-ekonomik durumlarında etkili değişikliklere sebep olmuştur. 1980’lerde Elmalı’dan Antalya’ya kadar uzun süreli bir kuraklık yaşanmıştır. Ana ürünler olan elma, şeker pancarı ve buğday ürünlerindeki üretim hatrı sayılır derecede azalmıştır. Bölgedeki sedir ormanları, ki dünyanın en iyilerindendir, kuraklıktan etkilenmişti. Göçebe kuşlar bölgeye uğramaz olmuştu.
Üreticilerin, çiftçilerin ve sivil kuruluşların birlik olup gösterdikleri çabalarla, zaten bozulmuş olan ekolojik dengeyi düzenlemek amacıyla göl yeniden doldurulmuştur

Ahlat, Doğu Anadolu bölgemizde Bitlis iline bağlı bir ilçemizdir. Merkezi, Van Gölü’nün kuzeybatı kıyısındadır.
Ahlat ve çevresi, Ahlatşarlar Beyliği’nden kalan tarihi mezar taşlarıyla bilinmektedir. Yerel yönetimin çabalarıyla, şu anda geçiçi olarak bulunduğu UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne tamamen girmek istemektedir.

Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa, 1299 yılında Doğu Anadolu’da Sivas iline bağlı bir dağ kasabası olan Divriği’de güzel dekore edilmiş bir cami ve tıbbi komplekstir. Mimarı Ahlatlı Hürremşah’tır ve Mengücekoğulları Beyi Ahmet Şah tarafından yaptırılmıştır. Yazıtlar, Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Aleaddin Keykubat’a övgüler içermektedir. Bitişiğindeki darüşşifa (tıp merkezi) da camiyle aynı anda, Erzincan Mengücek Beyi Fahrettin Behram Şah’ın kızı Turan Melek Sultan’ın emriyle yapılmıştır.
İki bina da sahip oldukları mimari ve zarif yontmalardan dolayı Anadolu’daki en önemli mimari yapılardandırlar ve 1985 yılından beri UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer almaktadırlar.

“Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.”
Horasan doğumlu ünlü Türk-İslam mistiği, filozof ve derviş Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait bu sözler; Dervişaneye girdiğimiz zaman kulaklarımızda yankılanıyor. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Türk, İslam ve dünya tarihine vurduğu damganın eşi yoktur. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’daki Türkler’in birliğinin sağlanmasındaki katkıları gerçekten önemlidir. Halkın anlayacağı dilden konuşarak mümkün olabilecek en fazla kişiye ulaşmak, Türk lisanının yaşayacağının garantisiydi.
Hacı Bektaş-ı Veli kompleksi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve 16 Ağustos 1964 tarihinde müze olarak ziyeretçilere açılmıştır. Kompleks, 13. YY’dan 19. YY’a kadar uzanan mimari elementler içerir. Hepsi bir avlunun etrafında bulunan 3 ana bölümden oluşmaktadır: Nadar, Dergah ve Hazret.

8 kat ile Kapadokya’daki yeraltı şehirlerinin en büyüklerindendir. Yaklaşık 4 km² alana yayılmıştır. Ziyaretçiler ancak 5 kat aşağı inebilmektedirler ve sadece ’unu görebilmektedirler. Büyük ihtimalle yakınlardaki Derinkuyu yeraltı kentiyle bağlantılıdır. 1964 yılında ziyarete açılmıştır. Burada zamanında 3000 kişinin yaşadığı düşünülmektedir.

Derinkuyu yeraltı kenti, Kaymaklı gibi en büyüklerdendir. 1965 yılında ziyarete açılmıştır. 70-85 m. derinliğindedir ve 53 tane havalandırma boşluğu bulunmaktadır. Orijinal havalandırma sistemi şimdi bile çalışmaktadır. Klostrofobisi ve hareket problemi olanların girmesi tavsiye edilmez çünkü eğilerek geçilmesi gereken birçok geçiş bulunmaktadır.

Eskigümüş manastırı, Niğde’den 16 km kuzeyde, Derinkuyu’dan 45 km. güneydedir. 10 veya 11. YY’da Bizans döneminde yapılmış olan kilisenin kolonları hala ayaktadır ve üzerindeki motif ve renkler hala canlıdır. Kilisenin tavanı ve duvarlarında, Hristiyanlık’ı temsil eden rahipler ve kollarında Hz. İsa olan Meryem Ana resmedilmiştir. Renkler ve resimler orijinal hallerini korumaktadırlar. Eskigümüş yakınlarındaki yer altı şehri, burada bir uygarlığın yaşadığını göstermektedir

Tyana şehri kalıntıları Niğde’nin 5 km. güneyindeki Kemerhisar’dadır. Burada; Roma su kemerleri, kaya mezarlar ve mezar grottolar bulunmaktadır.

Novaraft, merkezi Antalya olan ve tüm Türkiye de outdoor aktiviteleri organize eden bir macera şirketidir. Ana üssümüz Antalya Köprülü Kanyon Milli Parkı'dır ve ağırlıklı olarak Akdeniz bölgesinde faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Bunun yanı sıra grupların istekleri doğrultusunda Türkiye'nin herhangi bir yerinde konumuzla ilgili aktiviteler organize etmekteyiz.

Hasankeyf, Batman iline bağlı, Dicle Nehri üzerinde bir ilçemizdir. Romalılar burada bir kale yapmışlardır ve bölge Bizanslılar zamanında önem kazanmıştır. 640 yıllarında Araplar Hasankeyf’i fethetmiş ve Dicle Nehri üzerine bir köprü yapmışlardır.
9 farklı uygarlığa ev sahipliği yapmış Hasankeyf’in arkeolojik ve dini önemi hayli fazla olmasına rağmen yapımı devam eden Ilısu Barajı tamamlanırsa, bu tarihi hazinelerin birçoğu sular altında kalacaktır. Yokolacak eserler arasında camiler, Osmanlı mezarları ve kaya kiliseler bulunmaktadır.
Ilısu Barajı tehdidi, Dünya Anıtlar Fonu’nu harekete geçirmiş ve 2008 Yokolma Tehlikesi Altındaki 100 Bölge listesine alınmıştır. Bu liste sayesinde dikkatlerin buraya çekileceği umulmaktadır.

Güneybatı Türkiye’de Denizli’nin 30 km. doğusunda, üzerinde “Haydarbaba Türbesi ve Kaklık Mağarası 3 KM.” yazan sarı bir tabela göreceksiniz. Kaklık Mağarası, bir yeraltı akıntısının kireç taşını ve kükürt kayaları aşındırmasıyla oluşmuştur. Bu mağaranın, hemen yakınındaki 1277 metre yüksekliğindeki Mali Dağı üzerinde değil de pamuk tarlaları ve üzüm bağlarıyla dolu bir düzlükte olması şaşırtıcıdır.
Mağaranın yakınında, sazlıklar arasında, yeraltından kaynayarak çıkan ve serbest veya kanallar içinde akan sular yöre halkınca 'Kokarhamam Pınarı' olarak anılır.

Manyas, Türkiye’nin Marmara bölgesinde Balıkesir iline bağlı bir ilçedir. Burada bulunan Manyas Kuş Cenneti’ndeki göl 64 hektar alanda Türkiye’nin heryerinden daha çok kuş çeşidine ev sahipliği yapmaktadır. Ördek, baykuş, leylek, balıkçıllar ve ördeklerin de dahil olduğu 60’dan fazla kuş cinsi burada üremektedir. 239 kuş cinsi de Avrupa’dan Asya’ya geçerken buraya uğrar ya da kış gelmeden güneye uçar.

Knidos, Anadolu’daki antik bir Yunan şehridir ve Dorlar’ın 6 şehrinden biridir. Datça yarımadasının ucunda bulunmaktadır. Antik dünyanın en ünlü şehirlerindendir. Günümüzde Knidos’un sadece küçük bir bölümü gün yüzüne çıkarılmış olmasına rağmen kalıntılar arasında yürüdükçe bir çok etkileyici parça göreceksiniz.

Çatalhöyük; Türkiye’nin güneyinde, en alt katmanları M.Ö 7500 yıllarından kalma çok büyük bir cilalı taş devri ve kalkolitik devir yerleşimidir. Şimdiye kadar bulunmuş en geniş ve en iyi korunmuş cilalı taş alanıdır.
Konya ilimizin güneydoğusunda, çift hunili volkanik Hasan Dağı’na 140 km. mesafede bulunur ve Konya Ovası’ndaki buğday tarlalarına bakar. Bölgenin batısında daha ufak bir höyük, birkaç yüz metre doğusunda da bir Bizans yerleşimi bulunmaktadır.
Kangal Balıklıgöl Kaplıcaları’nda 37 derece suda, ufak ve dişsiz doktor balıklardan yığınla bulunmaktadır. Doktor ya da diğer adıyla kangal balıkları, 10 cm.’den fazla büyümezler ve sazan ailesindendirler. Sedef ve nörodermit gibi deri hastalıklarının semptomlarını azalttığı için bu kaplıca dünya çapında üne sahiptir. Hastalar buraya tedavi olmak için gelmekte, Selenyum bakımından zengin sıcak suda yatmaktadır. Aç balık sürüleri de bu hastalıkların ürettiği deri üzerindeki plakları yemektedirler. Tavsiye edilen tedavi süresi 21 gündür.
Kanlıdivane (Canytellis, Kanytella)

Kanlıdivane, Silifke’nin 50 km kuzeydoğusunda, sahil yolunun dağlara doğru iç kesimindedir. Bu büyük yerleşim M.Ö 3. YY’da kurulmuş ve M.S 11. YY’a kadar insanlara ev sahipliği yapmıştır. Günümüze kadar gelen eserler arasında 5 tane kilise ve M.Ö 200 dolaylarında Olba’lı Teukros tarafından yaptırılmış, Helenistik dönemden kalma dev kule bulunmaktadır.

Silifke Narlıkuyu’dan 4 km. mesafede antik Korykos kalesinin devasa kalıntıları, bir ada-kale olan Kızkalesi’ne bakar. Surlarla çevrelenmiş bu adacık, orta çağdaki en azılı korsanların Akdeniz kıyılarındaki toplanma yeri olmuştur.

Konya’dan Aksaray’a giderken 40. km.’de bulunmaktadır. Selçuklular döneminde Sultan 1. Alaattin Keykubat tarafından 1229 yılında yaptırılmıştır. Biri üstü açık ve avlulu, diğeri kapalı olmak üzere iki bölümden oluşur. 4800 m² alan ile Anadolu'daki Selçuklu kervansarayları arasında en büyüğüdür. Kale gibi görünen, anıtsal bir kervansaraydır.

Zelve, Aktepe’nin kuzey eteklerinde, Paşabağları’ndan 1 km., Avanos’tan da 5 km. mesafededir. Zelve’deki kalıntılar, birkaç peribacasına da ev sahipliği yapan 3 vadiye yayılmıştır. Üçhisar, Göreme ve Çavuşin’de olduğu gibi buradaki kaya evlerin de ne zaman yapıldığı bilinmemektedir ancak 9. ve 13. YY’lar arasında önemli bir yerleşim alanı ve dini bölge olduğu bilinmektedir. Vadide 1952 yılına kadar yaşanmıştır. Vadideki en önemli kiliseler arasında Balıklı, Üzümlü ve Geyikli kiliselerini sayabiliriz.
Bölgede manastır ve kiliseler dışında; vadilerden iki tanesini birleştiren bir tünel, evler, bir değirmen, bir cami ve birkaç güvercinlik bulunmaktadır.

Göreme, Nevşehir’den 10 km. mesafede, Nevşehir-Ürgüp-Avanos üçgeni içerisinde vadilerle kaplı bir bölgede bulunmaktadır. Bir dökümana göre St. Hieron 3. YY’ın sonunda burada doğmuş, daha sonra Malatya yakınlarında 30 arkadaşıyla birlikte şehit edilmiştir ve elleri kesilip Göreme’deki annesine gönderilmiştir. “Göreme’li St. Hieron” tasviri, Göreme Açık Hava Müzesi’ndeki Tokalı Kilisesi’nde görülebilir.
Bölgede çok sayıda manastır ve kilise bulunmasına rağmen yapıldıkları tarihleri belirten belgeler bulunamamıştır. Bu yüzden bu dini binaların yapım tarihleri ikonografi ve mimari açıdan tahmin edilmektedir.

Bu vadi, Aksaray’dan 30 km. uzaklıkta bulunmaktadır ve Aksaray-Nevşehir yolunun 11. km’sinden dönerek ulaşılabilir. Melendiz Nehri, buradaki çatlaklardan yolunu bulmuş, kanyon yatağını aşındırmış ve kanyona bugünkü görüntüsünü vermiştir. Melendiz Nehri’ne, zamanında Kapadokya Nehri anlamına gelen “Potamus Kapadukus” denmekteydi. 14 km. uzunluğunda ve 100-150 m. yüksekliğinde olan vadi, Ihlara’da başlayıp Selime’de biter. Vadi duvarlarında, bazıları birbirine tünel ve koridorlarla bağlanmış evler, kiliseler ve mezarlar bulunmaktadır.

Ortahisar Kalesi hem korunmak hem de yaşamak için yapılmış bir kale olup Ürgüp’ten 6 km. mesafede Nevşehir yolu üzerindedir. Kaleden aşağı doğru yapılmış evlerde, bölgenin sivil mimarisinin tipik örnekleri bulunmaktadır. Vadilerin yanlarında yontulmuş boşluklar, yerel ürünler olan elma ve patetes, ayrıca Akdeniz’den gelen portakal ve limon için saklama alanı vazifesi görmektedir.
Çevreleyen vadilerde çok ilginç kiliseler ve manastırlar bulunabilir. Bunlardan bazıları: Sarıca, Cambazlı, Balkan Deresi Kiliseleri ve Hallaç Dere Manastırı.

Bu vadi Kayseri ilimizde,Ürgüp’ün 30 km güneydoğusunda, Derinkuyu’nun 25km doğusundadır. Depremler sırasında oluşan çatlak ve çökmeler bölgedeki erozyona eklenince derin vadi ve kanyonlar oluşmuştur. İkiye ayrılmış olan Soğanlı Vadisi’nde Roma zamanından beri yaşanmaktadır. Vadinin yanlarındaki kayalar; Roma zamanında mezar, Bizans zamanında ise kilise olarak kullanılmıştır. Kilisedeki freskler 9. ve 13. YY’lardandır. Karabaş, Yılanlı, Kubbeli ve St. Barbara bölgedeki önemli kiliselerdir.

Selimiye Camii, Edirne ilimizde bulunmaktadır. Yapılması 2. Sultan Selim tarafından istenen cami, 1568-1574 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Sinan’a göre bu cami, onun ustalığının ve o zamana kadarki Osmanlı mimarisinin en büyük başarısıydı.

Galata Kulesi İstanbul’da, Haliç’in kuzeyinde bulunmaktadır. Huni tavanlı silindir şekliyle Galata Kulesi, şehrin en göze batan yapılarındandır. 1348 yılında Cenevizler’in İstanbul’da yayılması sırasında Christea Turris tarafından inşa edilmiştir.
Bir şehir efsanesine göre, ilk havacılardan olan Hezarfen Ahmet Çelebi 1638 yılında yapay kanatlarla Boğaz’ı aşarak Anadolu yakasındaki Üsküdar’a uçmuştur.
Ahşap olan iç dizaynı 1960 yılındaki restorasyon sırasında betonlanmış ve kule halka açılmıştır. Üst katlarında, İstanbul ve Boğaz’ın muhteşem manzarasına hakim olan bir restoran ve cafe; Türk geceleri düzenleyen bir gece kulübü bulunmaktadır. Ziyaretçileri üst katlara taşıyan iki tane de asansör mevcuttur.

Alexandria Troas Türkiye’nin Ege kıyılarında, Bozcaada’nın biraz güneyinde bulunan bir antik Yunan kentidir. Çanakkale ilimiz sınırları içerisindedir.
Kuzeybatı Anadolu’nun ana limanı olan kent Roma döneminde çok zenginleşmiştir ve bulunan kalıntılar da bunu kanıtlamaktadır. Strabon, Augustus’un hüküm sürdüğü sırada burada Alexandria Augusta Troas (kısaca Troas) diye anılan bir koloni kurulduğundan bahsetmiştir.

Bir zamanlar antik krallık Lidya’nın başkentliğini yapmış, Fars İmparatorluğu’nun önemli kentlerinden olmuş, Roma zamanında prokonsülü olan ve daha sonraki zamanlarda da Roma ve Bizans’ın metropolisi olan Sart (Sardis) antik şehri Manisa ilimizdedir. “Asya’nın 7 Kilisesi”nden biri olan bu kentin insanları için, Vahiy Kitabı’nın yazarının anlattıklarından yola çıkarak çok yumuşak huyludurlar denebilir. Kentin önemi; ilk olarak askeri güçlerinden, sonra iç kısımlardan Ege kıyılarına geçiş için kullanılan bir yol olmasından, son olarak da geniş ve verimli Gediz Ovası’nı yönetmelerinden gelir.
Sart’ta bulunan kalıntılar Manisa Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Bunlar arasında geç Roma dönemi mozaikleri ve heykelleri, 6. YY’ın ortalarından kalma bir kask ve değişik dönemlere ait çömlekler bulunmaktadır.

Bafa Gölü, Türkiye’nin güneybatısında, bir kısmı Muğla’nın Milas ilçesinde, bir kısmı da Aydın’ın Söke ilçesinde kalan bir göldür. M.Ö 6. ve 5. YY’larda Ege Denizi’nin bir körfezi olan göl, Büyük Menderes Nehri’nin taşıdığı birikintilerle su yolu kapanınca göle dönüşmüştür. Körfeze ve göle antik çağda Latmus denmekteydi.
Gölün kuzeydoğu ucunda, Kapıkırı kasabası ve Latmus kalıntıları bulunmaktadır.
Efsaneye göre tanrıça Selene, çoban Enymion’a burada aşık olur ve Zeus’tan bu genç çobanı daimi bir uykuya yatırmasını ister. Daha sonra, her gece uykusundayken yanına uğrar ve 50 tane çocukları olur.

Antiokheia, Isparta’nın Yalvaç ilçesinden1 km. mesafede, Sultan Dağları’nın eteklerinde bereketli topraklar üzerine kutulmuştur.
Burası da Apolloia gibi bir Seleukos kolonisidir ancak ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir.
İmparator ve elçileri için yazılmış yazıtlar, burada Latince’nin M.S 295 yılına kadar resmi dil olduğunu kanıtlar. Ancak bu tarihten sonra yazılmış olan senato protokolleri Yunanca’dır.
I.A Richmond ve R.G Collingwood’un tahminlerine göre şehir merkezinde nüfus 7500-10000 civarındaydı. B. Levick de burada 3000’den fazla emekli askerin yaşadığını söyler. Ancak çok geniş olan Antiokheia şehri sınırları içerisinde 30.000-40.000 civarında insan yaşadığını söyleyebiliriz.
Hristiyanlık için çok önemli olan bu antik şehir, St. Paul tarafından da ziyaret edilmiştir.

Seyitgazi, İç Anadolu bölgesinde Eskişehir ilimize bağlı bir ilçedir.
Seyitgazi Külliyesi, 13. YY’da Seyit Battal Gazi adına yapılmış bir mezar ve cami’nin yanısıra daha sonradan eklenmiş binalardan oluşmaktadır. Külliyede üç uygarlığın izleri görülmektedir. Cami ve mezar, Anadolu Selçukluları döneminde yapılmıştır. İmarethane (yoksullara yemek yapılan yer), medrese ve tekke Osmanlı döneminde yapılmıştır. Külliyede; Ümmühan Hatun, Çoban Baba ve Ayni Ana’nın mezarlarının yanısıra kralın kızı Elenora’nın mezarı ve özel departman binaları da bulunmaktadır.

Yunus Emre Müzesi, Eskişehir’in Mihalıççık ilçesindeki Yunus Emre kasabasındadır. 1971 yılında açılmıştır. Büyük Türk şairi Yunus Emre anısına bir mozole bulunmaktadır.
Müzede, şairin şiirlerini, resimlerini ve onunla ilgili döküman ve kitapları bulabilirsiniz.

Çifte Minareli Medrese, Erzurum ilimizde bulunan, geç Selçuk dönemine ait bir yapıdır. 1265 yılında bir teoloji okulu olarak inşa edilmiş yapı ismini, anıtsal cephesini taçlandıran iki tane minareden alır. Sivas’taki Gök Medrese’ye model olduğu düşünülmektedir.

Bu türbe, Hz. Muhammed'in yakın arkadaşı Veysel Karani'yi onurlandırmak için yapılmıştır. Veysel Karani, Araplar'ın Azerbaycan seferi sırasında hayatını kaybetmiş ve buraya gömülmüştür.

Antandros; Edremit Körfezi’nin kuzeyinde, Anadolu’nun Troad bölgesinde, şimdiki Avcılar köyünün yanında bulunan bir Yunan kolonisiydi. Midilli’den gelen Eolyalılar tarafından M.Ö 5. YY’da kurulmuştur. Peloponnesian Savaşı ve Corinthia Savaşı sırasında önemli bir askeri bölge olmuştur. Bir deniz üssü olarak kullanılmıştır ve birkaç sefer el değiştirmiştir.
Agne Tours`un diğer seyahat acentelerden farkı nedir?
- Fiyat garantisi
- Otel tanıtımları %100 otelden yazılı olarak teyit edilmiştir
- Oda kontenjan garantisi
- Bu otel ile Agne Tours`un sözleşmesi var
- Müşteri memnuniyeti
- Agne Tours bu oteli size tavsiye ediyor
- Servis garantisi
- Servis kalitesi
REZERVASYON
DİĞER OTELLER
Bu site Agne Tours ® ‘a aittir. Her hakkı saklıdır ©.